|
AVŞAR BOZLAĞI Muharrem ERTAŞ Video

Bomboş Geldik Kaman'a
Avşarlara oyun edip sürdüler Döneklere rütbe geldi duydun mu Türkmenleri top- tüfek kırdılar Ermeni'den casus oldu duydun mu
Boş kaldı yaylalar sürüsüz dağlar Yıkıldı obalar analar ağlar Bozoklu denilen yerdeki beyler Göçmenleri soyuyormuş duydun mu
Cerit avşar birleşip de göçelim Seyfe gölün soğuk suyun içelim Kalmış ise dost ve yaren seçelim Her bir taraf düşman olmuş duydun mu
Aşa aşa Çiçekdağı yol ettim Kırşehir'geçip vadiye girdim Yeşiller içinde bir belde gördüm Muhaciri seviyorlar duydun mu
Dadaloğlu der ki dağıldık bittik Gurbet ellerinde perişan olduk Atları- sürüyü söyleyin nittik Bomboş geldik şu Kaman'a duydun mu Dadaloğlu
Kesik Çayır
Kesik çayır biçilirmi Sular soğuk içilirmi Bana yarden geçti derler Seven yarden geçilirmi Aman desinler desinler şeker yesinler şu oğlan şu kıza yanmış desinler
Ankaranın tiren yolu Gahı doğru gahı eğri Canım benim anadolu Gideyimmi senden gayri Aman ben yandım yandım yandım Ellerin memleketinde ağlendim kaldım
GÖRDÜM GÜVERCİN DONUNDA OTURMUŞ VİDEO
YAŞAYAN EFSANE SON OZAN NEŞET ERTAŞ

Ünlü Halk Ozanı Neşet Ertaş
Hayatı ve Şiirleri
Sesi ve sazı ile babası Muharrem Ertaş'ın yolunu sürdüren Neşat Ertaş, 1938 yılında Kırşehir'in Tırtıllar köyünde dünyaya geldi. Keman ve saz çalmasını öğrendi. Ankarada TRT radyo evine girdi. Güçlü derlemeleri olan ozanın kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardır. Halen Almanyada yaşamakta ve bir muzik evi çalıştırmaktadır. Neşet Ertaş babası Muharrem Ertaş ile adeta Anadoludaki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal muzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları i ile donanmış bu muziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasını sağlamıştır.
BİLEMEDİM KIYMETİNİ KADRİNİ Bilemedim kıymatını kadrini Hata benim günah benim suç benim Eliminen içtim derdin zehrini Hata benim günah benim suç benim
Bir günden bir güne sormadım seni Körümüş gözlerim görmedim seni Boşa mecnun eylemişim ben beni Hata benim günah benim suç benim
Bilirim suçluyum gendi özümde Gel desem gelirdin benim izimden Her ne çekti isen benim yüzümden Hata benim günah benim suç benim
Sana karşı benim bir sözüm yoktur Haklısın sevdiğim kararın haktır Garibim derdimin dermanı yoktur Hata benim günah benim suç benim
ANAM AĞLAR Anam ağlar başucumda oturur Derdim elli iken yüze yetirir Bu dert beni yiye yiye bitirir El çek tabip el çek benim yaramdan Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan
Anama babama yüzüm kalmadı Bir su ver demeye yüzüm kalmadı Doktora tabibe lüzum kalmadı El çek tabip el çek benim yaramdan Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan
YARE GİDEM Yare gidem yare gidem Yareliyim nere gidem Bu derdimin dermanını Almaya ben yare gidem
Saçlarını ben öreyim Buna dayanmaz yüreğim Seni vermem Ezraile Ben öleyim ben öleyim
Yar elinde yar elinden Yareliyim yar elinden Dermansız bir derde düştüm Dermanı var yar elinden
NEYLEDİN DÜNYA Aydost deyince yeri göğü inleten Muharrem usta'ydı bunu dinleten Gönül kırmazdı bilerekten,bilmeden İnsan velisini neyledin dünya
Sazını çalarken kendinden geçen Gönülden gönüle kapılar açan Aşkın dolusunu nefessiz içen Gönül delisini neyledin dünya
Garibim babamdı muharrem usta Bilirim aşıktı sevdiği dosta Sazımın emaneti.." diyen en son nefeste Sazın ulusunu neyledin dünya
AHU GÖZLERİNİ SEVDİĞİM Ahu gözlerini sevdiğim dilber Sana bir sözüm var diyemiyorum Sırrımı ellere veremiyorum Derdimi ellere diyemiyorum Helal olsun al yanaktan aldığım El uzatıp gonca gülün derdiğim İnce belini tatlı dilini sevdiğim Kırılsın kollarım duramıyorum Al yanaktan aldıracağım azıktır Tarama zülfünü gönlüm bozuktur Öksüzüm garibim bana yazıktır Destursuz yanına varamıyorum
DOYULUR MU? Tatlı dile güler yüze Doyulur mu doyulur mu Aşkınan bakışan göze Doyulur mu doyulur mu Doyulur mu doyulur mu Canana kıyılır mı Cananına kıyanlar Hakkın kulu sayılır mı Zülüflerin dökse yüze Yar badeyi sunsa bize Lebleri meyime meze Doyulur mu doyulur mu Hem bahara hemi yaza Yarın ettikleri naza Yar aşkına çalan saza Doyulur mu doyulur mu Garibim geldik gitmeze Muhabbetimiz bitmeye Yar île sohbet etmeye Doyulur mu doyulur mu
AŞKIN BENİ DELİ EYLEDİ
Aşkın beni deleyledi Yaktı yaktı kül eyledi El alemi kul eyledi Yar beni beni...
Mecnunum sahra içinde Yunusum derya içinde Eyübüm yara içinde Sar beni beni...
Aslı'yısan Kerim'i bul Derde derman vereni bul Garip gibi viranı bul Sar beni beni...
İKİ BÜYÜK NİMETİM VAR
İki büyük nimetim var Biri anam biri yarim İkisine de hörmetim var Biri anam biri yarim
Ana deyip de geçilmez O yar anadan seçilmez İkisine de kıymet biçilmez Biri anam biri yarim
Birisi var etti beni Birisi yar etti beni İkisinin de birdir yari Biri anam biri yarim
NEREDESİN SEN
Şu garip halimden bilen işveli nazlı Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyo Boynu bükük bir Garibim yüzüm gülmüyo Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
KÜSTÜRDÜM GÖNLÜMÜ Küstürdüm gönlümü güldüremedim Baharım güz oldu yazım kış oldu Gönüle yarimi balduramadım Baharım güz oldu yazım kış oldu Şu fani dünyada murad almadan Eller gibi şad olup da gülmeden Ellerin bağında gülü solmadan Baharım güz oldu yazım kış oldu
AYVA TURUNÇ NARIM VAR Ayva turunç narım var Benim ah ü zarım var Hep derdinden ağlarım Bir vefasız yarim var Al almayı ver narı Ağlarım zarı zarı Tez günlerde gönderin O ahu gözlü yari Ayva turunç nar bende Aldı aklım yar bende Hiç melhem kar eyleme Yar yarası var bende Ayva turunç neyleyim Halimi arz eyleyim Zaten bende talih yok Ta küçükten böyleyim
MÜHÜR GÖZLÜM Mühür gözlüm, seni elden, Sakinirim kiskanirim Uçan kustan esen yelden Sakinirim kiskanirim..
Yagan kardan, esen yelden Sakinirim kiskanirim.. Havadaki turnalardan, Su içtigim kurnalardan, Giyindigim urbalardan Sakinirim kiskanirim..
Besikte yatan kuzudan, Hem oglundan hem gözünden, Ben seni, senin gözünden, Sakinirim kiskanirim..
Al izzet'i oncalardan, Elindeki goncalardan, Yerdeki karincalardan Sakinirim kiskanirim
GÖNÜL DAĞI Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca Akar can özümde sel gizli gizli Bir tenhada can cananı bulunca Sinemi yaralar dil gizli gizli
Dost elinden gel olmazsa varılmaz Rızasız bahçanın gülü derilmez Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez Gönülden gönüle yol gizli gizli
Seher vakti garip garip bülbül öterken Kirpiklerin oku cana batarken Cümle alem uykusunda uyurken Kimseler görmeden gel gizli gizli
HAPİSANELERE GÜNEŞ DOĞMUYOR Hapisanelere güneş doğmuyor Geçiyo bu ömrüm de günüm dolmuyor Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor Yok mu hapisane beni arayan Bu zındanda ölem can gardiyan
Birer birer yoklamayı yaparlar Akşam olur kapıları kaparlar Bitmiyo geceler, olmaz sabahlar Yok mu hapisane beni arayan Bu zındanda ölem can gardiyan
Anamdan doğalı garip kalmışım Acı hapisane aha genç yaşım Benim zındanlarda neydi işim Yok mu hapisane beni arayan Bu zındanda ölem can gardiyan
YOLCU Bir anadan dünyaya gelen yolcu Görünce dünyayı gönül verdin mi Kimi büyük kimi böcek kimi kurt Merak edip hiç birini sordun mu
İnsan ölür ama uruhu ölmez Bunca mahlukat var hiç biri gülmez Cehennem azabı zordur çekilmez Azap çeken hayvanları gördün mü
İnsandan doğanlar insan olurlar Hayvandan doğanlar hayvan olurlar Hepisi de bu dünyaya gelirler Ana haktır sen bu sırra erdin mi
Vade tekmil olup ömür dolmadan Emanetçi emanetin almadan Ömrünün bağının gülü solmadan Varıp bir canana ikrar verdin mi
Garip bülbül gibi feryad ederiz Cehalet elinde küsmü kederiz Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz Dünya senin vatanın mı yurdun mu
NE GÜZEL YARATMIŞ Ne güzel yaratmış seni yaradan Esmesin sevdiğim yeller incidir Güzelsin sevdiğim gülden goncadan Uzanmasın sana yar yar eller incidir
Kipriklerin oktur kaşın yay kimi Gözlerin aklımı etti zay gimi Cemalin güneşe benzer yüzün ay gimi Değmesin zülüfler yar yar teller incidir
KARANFİL SUYU NEYLER Karanfil suyu neyler (gülüm) Güzel kokuyu neyler (gülüm) İki baş bir yastıkta (gülüm) O göz uykuyu neyler (gülüm) Le le le le Leylam yar Hergün akşam böyle yar Kötü isem söyle yar Karanfil deste gider Kokusu dosta gider Sevipte alamayan Gurbete hasta gider
ÇİÇEK DAĞI
Çiçekdağı derler de, var mı sana zararım Yâr yitirdim uğrun uğrun ararım Üç güneydi benim kavli kararım Beş gün oldu nazlı yârim gelmedi Derdime bir derman ver Çiçekdağı Yârim hey, yine mi ben yandım
Hana vardım han değil Penceresi cam değil Bugün ben yâri gördüm Ölürsem de gam değil
Çiçekdağı derler garibin yurdu Hep orada arttı efkârı derdi Zâlim felek beni yârden ayırdı Yârden ayrılması zor Çiçekdağı Yârim hey, yine mi ben yandım
Nakarat
Çiçekdağı derler methini etmek Kolaymıdır seni terkedip gitmek of! Hele şu gurbetin kahrını çekmek Gel onu da bana sor Çiçekdağı Şâhım hey, yine mi ben yandım
Nakarat
Al Yanak Allanıyor
Al yanak allanıyo Sevdikçe ballanıyo O yar çıkmış karşıma Dal gimi sallanıyo
Aman etme bana bu nazı Aman gel bana bazı bazı Aman kız ben seni alırdım Aman baban olmadı razı
Al yanak pembe pembe Sevdan uyandı bende Sevdanınan yanıyom Hiç insaf yok mu sende
Aman etme bana bu nazı Aman gel bana bazı bazı Aman kız ben seni alırdım Aman baban olmadı razı
Al yanak yaşmak ister Göze yakışmak ister Şu benim garip gönlüm Yare konuşmak ister
Aman etme bana bu nazı Aman gel bana bazı bazı Aman kız ben seni alırdım Aman baban olmadı razı
ACEM KIZI
Çırpınıp da şan Ovaya çıkınca Eğlen şan ovada Gal Acem Gızı Uğrun Uğrun Baş altından bakınca Can Telef ediyor Gül Acem Gızı
Seni Seven Oğlan neylesin malı Yumdukca gözünden döker mercanı Burun fındık ağzı Gahve fincanı Şekermi,şerbetmi bal Acem Gızı
Çekiç Ali*Osman Özdenkçi
GEL SEVELİM
Gel sevelim sevileni seveni Sevgisiz suratlar gülmüyor canım Nice gördüm dizlerini döveni Giden ömür geri gelmiyor canım
Özü gülmeyenin yüzü güler mi Sevgisiz muhabbet Hakk'a değer mi Seven insan kaşlarını eğer mi Zorunan güzellik olmuyor canım
Sevgi haktır seven alır bu hakkı İçi güler dıştan görünür farkı Sevmeyene akmaz sevginin arkı Boş lafla oluklar dolmuyor canım
Bir zaman aşıkken sen de sevmiştin O anda dünyayı nasıl görmüştün Sanki cennetin bağına girmiştin Çokları bu hakkı bilmiyor canım
Aşkın ateşine yandım alıştım Bu ateş içinde aşkla tanıştım Doğru mu yanlış mı deyi danıştım Sevgisiz hakka kul olmuyor canım
Sevenin içinde yanar ışıklar Kaybolur karanlık tüm dolaşıklar Garibim sevenler bunca aşıklar Boş hayale boşa yelmiyor cenım
N.ERTAŞ
Söz-Müzik Neşet Ertaş
ATIM ARAPTIR
Atım araptır benim amman amman Haydi yüküm şaraptır benim vay vay Bu yıl bölye giderse amman amman Haydi halim haraptır benim vay vay
Emişim gümüşüm bir hoşum vay vay Çokça da içmişim sarhoşum vay vay
Atım kara ben kara amman amman Haydi kalk gidelim ılgara vay vay Ilgar bize n'eylesin amman amman Haydi kalk gidelim kızlara vay vay
Emişim gümüşüm bir hoşum vay vay Çokça da içmişim sarhoşum vay vay
Çiçekdağı
Çiçekdağı derler de, var mı sana zararım Yâr yitirdim uğrun uğrun ararım Üç güneydi benim kavli kararım Beş gün oldu nazlı yârim gelmedi Derdime bir derman ver Çiçekdağı Yârim hey, yine mi ben yandım
Hana vardım han değil Penceresi cam değil Bugün ben yâri gördüm Ölürsem de gam değil
Çiçekdağı derler garibin yurdu Hep orada arttı efkârı derdi Zâlim felek beni yârden ayırdı Yârden ayrılması zor Çiçekdağı Yârim hey, yine mi ben yandım
Nakarat
Çiçekdağı derler methini etmek Kolaymıdır seni terkedip gitmek of! Hele şu gurbetin kahrını çekmek Gel onu da bana sor Çiçekdağı Şâhım hey, yine mi ben yandım
Nakarat Ankara / 2003) Neşet Ertaş
Niye Çattın Kaşlarını
Niye çattın kaşlarını Bilmiyom yar suçlarımı Ben ölürsem saçlarını Yolma gayrı yolma leyli leyli yar
Ben yandım aşkın narına Meyletmem dünya malına Ben ölürsem mezarıma Gelme gayrı gelme leyli leyli yar
Bir garibim düştüm dile Gerçeklerde olmaz hile Zalimler elinden bile Alma gayrı alma leyli leyli yar
Neşet Ertaş
BİLEBİLSEYDİ Söz/müzik:Neşet Ertaş
İnsanlar kendini bilebilseydi Dünyada haksızlık kavga olmazdı İnsan doğan yine insan ölseydi Belki de dünyada hayvan kalmazdı
Hayvanlar yabanda sürüsüyünen Geçinemez biri birisiyen İnsan cennetinin hurisiyinen Sevişseydi Hak yabana salmazdı
Tüm canların hak olduğun bilmese Hakkın aşkı yüreğine dolmasa O güzel cemale aşık olmasa Kul Garibim bu sazını çalmazdı
HOYRATI ALEMDE Söz/müzik:Neşet Ertaş
Hoyratı alemde kadere boyun Zulmeyledi felek büktürdü bana Yokluğun yükünü sardı sırtıma Çekilmez çileler çektirdi bana
Zalim kader omuzumdan inmedi Talihimde istediğim olmadı Kahpe felek hiç halimden bilmedi Ağlattı göz yaşı döktürdü bana
Garibim dünyada gülmedi yüzüm Kahretti ağladı her iki gözüm Kadere, talihe, feleğe sözüm Ölmeden kefenim diktirdi bana
Söz-Müzik Neşet Ertaş Erciyesten kar istersin Dost bağından nar istersin Gönül bilen yar istersin
Divane divane...... Divane gönlüm
Ağustosta kar mı olur Her bahçede nar mı olur Gönül bilmez yar mı olur
Divane divane...... Divane gönlüm
Sevgi herşeyden ezeldir Sevgi herşeyi düzeltir Sevince herşey güzeldir
Divane divane...... Divane gönlüm
Aklın alan bir çift gözdür Bir tatlı dil güler yüzdür Garibe dost olan azdır
Divane divane...... Divane gönlüm

OZAN ŞEMSİ YASTIMAN
MEMLEKET HASRETİ
Ölmez, sağ olursam bu yaz inşallah Sılayı bir daha görmek istiyom Kırşehir'e varsam ya ağşam, zabah Topraklara. yüzüm sürmek istiyom
Harmana denk gelse, düvene binsem Şöyle dabaz olup, kaşınsa ensem Acık bağ bellesem, acık dinlensem Çayıra bir pala sermek istiyom.
Kaman'ı, Mucur'u, Çiçekdağı'nı Kındam, Dinekbağı, hem Özbağ'ını Köylü, kentli, hastasını, sağını Görüp bir muhabbet kurmak istiyom.
Bağ bozumu üzüm haftına batsak Bekmez kazanına hayvalar atsak Boranıynan damla şiresi datsak Arı soksa, çamır sürmek istiyom.
Hacı Bektaş, Ahi Evran Sultanı Aşık Paşa, Kaya Şeyhi cananı İmarette neslim Şeyh Süleyman'ı Aşk ile bağrıma sarmak istiyom.
Üç arkadaş şöyle bir bahça bulsak Çalpıdan hatlayıp, bir üzüm yolsak Sağbısı dutsa da, bir rezil olsak O tatlı günlere ermek istiyom.
Ahievran, çarşı içi, hökümet Kümbetaltı, Kayabaşı, İmaret. Akrabayı, eşi dostu ziyaret Uğrayıp, hal-hatır sormak istiyom.
Seğirdip, dolaşsak hep tarla dapan Keklik dutmak için kursaydık kapan Daş döğüşü olsa, vızlasa sapan Kafamı, gözümü yarmak istiyom.
Ne büyüktür zevki yurdu görmenin Kaç senenin hasretine ermenin Dört bir yanda methedilen termenin Şifalı suyuna girmek istiyom.
Bilmem ki olur mu gine becerim ? Çayırda oynasak zıkka, acerim Terleyip, karakıp, bir su içerim Dalağım kabarıp, böğrmek istiyom.
Halam sağ olsa da, sesim duysaydı Cebime devramel, iğde koysaydı (Şunda yi) diyerek alma soysaydı Cevizi de dişle kırmak istiyom.
Enteremi giysem, sümüğüm aksa Koluma silerim, yağlığım yoksa (Başangı) dır diye mahalle bıksa Kesekle camları kırmak istiyom.
Bir de gitsem tezem beni görseydi İçi çokelikli dürüm dürseydi Hele azıcık da sızgıt verseydi O an pirzolayı yermek istiyom.
Cesurluğum dutsa, şöyle kasılsam Yaylıların arkasına asılsam Kımçıyı yiyince yere yassılsam Yollarda ağlayıp durmak istiyom.
Dayım gilden acık köğtür aldırsam Emmim gilden armıt kak'ı buldursam Ceblerime şak leblebi doldursam Töhmeleyip, uşgur kırmak istiyom.
Ceviz kaval etsem, sakam da toksa Çızgılı oynarım, eneğim çoksa Koluma söylerken bir döğüş çıksa Sumsuk yimek, hem de cırnak istiyom
Sögürmelik bir et çıksa satırdan Höşmerim, çullama gitmez hatırdan Kuşlukleyin hedik gelse tandırdan Çölmeğin içine girmek istiyom.
Tok, çik, opban, mirre bir aşşık atsam Sakanın dımığna kurşun akıtsam Üç yüz enek ütüp, cebe bakıtsam (Ne şişiyon la) dedirmek istiyom.
Bir hağbe kemeyi yüklesem sırta Çıksam bir alamaç yapacak sırta Beş gö suvan, üç kaynamış yımırta Bazlama içine sarmak istiyom.
Görür m-ola bu fakirin gözleri Delice Çay'ını, berrak özleri Kıssıkkaya serinledir bizleri.. Neyleyım denizi, ırmak istiyom.
Bunları her daim arzular özüm Memleket mahsülü vücuda lüzum Tokaloğlu kaysı, dıranı üzüm Tek, yimeyim, şöyle dermek istiyom.
Kim sorarsa yazdın bunları niye ? Gelecek nesile kalsın hediye Kırşehir'de doğdum, Türkmen'im dıye Her yerde göğsümü germek istiyom.
Bir dügün olsa da bir kayın gitsek Dokuz butlu tavuk lafını etsek Dam pilavu, gelse yisek tüketsek Davullu zurnalı dernek istiyom.
Ey Şemsi Yastıman, ümitli kulsun Kısmet ise gayen yerini bulsun Hemşeriler buna vasıta olsun Kırşehir'e selam vermek istiyom.
ŞEMSİ YASTIMAN
Ankara;da Yedik Taze Meyvayı
Kaynak: Şemsi Yastıman Derleyen: TRT Müz. Dair. Bşk.
Ankara;da Yedik Taze Meyvayı Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı Keskin;den De Sildirmeyin Künyeyi Söyleyin Anama Anam Ağlasın Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Ankara;yla Şu Keskin;in Arası Arasına Kara Duma Durası Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi Söyleyin Anama Anam Ağlasın Babamın Oğlu Var Beni Neylesin
Trene Bindim De Tren Salladı Zalim Doktor Ciğerimi Elledi İyi-olursun Dedi Geri Yolladı Söyleyin Anama Anam Ağlasın Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Mezarım Başında Kuşlar Ötüşür Benzim İçtim Ciğerlerim Tutuşur Ağlama Hatice, Sefer Yetişir Söyleyin Anneme Çalsın Nennimi Kim Alırsa Alsın Nazlı Gelini
Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor Annesinin Ciğerini Deliyor Gelin Hatice;yi Eller Alıyor Söyleyin Anama Anam Ağlasın Gelin Hatice;yi Kimler Eylesin
Mezarımı Derin Kazın Dar Olsun Edirafıda Lale Sümbül Bağ Olsun Ben Ölüyom Ahbaplarım Sağolsun Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı Kadir Mevlam Böyle Yazmış Yazımı
|
|
OZANLAR:
ÂŞIK MUSA (....-1833 veya 1843)
Ünlü halk ozanı Kırşehir;e bağlı Savcılı Ağzıboz Köyü;nde yaşadığı anlaşılıyor. Doğum tarihi belli değildir. 1833 veya 1843;de öldüğü söyleniyor. Arı ve duru şiirler yazdı. Saz çalarak düğünlerde ve köy odalarında, şenliklerde söylediği şiirler hâlâ halkın ağzındadır. Toklumenli Âşık Said ile aynı yıllarda yaşamıştır ve ona saz öğretmiştir.
YAREDEN
Binbir ismin sahibine yalvardım, Yaradan halimden bilmedi gitti. Felek vurdu zel beline, bel verdim, Varıyor dedim olmadı gitti.
Sel değdi yıkıldı gönül köprüsü, Taş sandım, kerpiç imiş yapısı, Örtülmüş açılmaz hacet kapısı, Bir dileğim kabul olmadı gitti.
Mecnun, Leyla için fırkata daldı, Delinmedi dağlar, Ferhat;a kaldı. Saydım derdine yanmaz mı Cihan, Musa bu dünyadan gülmedi gitti.
ÂŞIK SEYFULLAH (1896 ;1972) Toklumenli Âşık Said;in dördüncü oğludur. 1896 yılında Toklumen Kasabası;nda doğdu. Kendi kendine okumayı öğrendi. Doğaya vurgundu, sıla özlemiyle doluydu. Güzel ve güzelliklere tutkun olduğu için dizeleri aşk tabloları ile doluydu. Çok yer gezmiş , çalıp söyleyerek ününü her tarafa yaymıştır.20 Aralık 1972;de öldü.
DÜNYANIN Elvâl-i alemi ettin tahkikat Kırık temelinde dalı dünyanın. Arama kimsede asla hakikat Hayıra açılmaz falı dünyanın.
Sakın esrarını söyleme ele Derdin çoksa deme dertliye bile Kıybet eder seni düşünür dile İçi kalleş ile dolu dünyanın
Hocalar fetvayı tersine verir Hükmü şeriatı aksine yürür Kurşun yarasına okur, üfürür Bozulmuş düzeni teli dünyanın,
Der Seyfullah samimi dost arama Aldanmaki merhem çalar yarama Bir noksanın görse ister cereme Bulanık akıyor seli dünyanın
ÂŞIK HASAN (Nebioğlu) (1902-1989)
Mucur;a bağlı Geycek Köyü;nde doğdu. Askerliğini yaptıktan sonra şiirlerini söylemeye başlamıştır. Okuması yoktur. Şiirleri ve söyleyişi ile ün kazanan ozan sevda, doğa, yurt ve tanrı sevgisi ile şiir yazmıştır. 10 çocuk babası olan Aşık Hasan, şiirlerini ;Aşık Hasan;ın Bütün Şiirleri; adlı kitapta toplamıştır.
KAMAN DESTANI
Sabahleyin kalkmış mendil elinde, Mor beliği parıldıyor dalında. Yeni kalmış sandım Seyfe Gölü;nde Irast geldim bir güzele Kaman;da..
Yeşil ördek gibi kanat kakışı, Keklik gibi geri dönüp bakışı, Ceylan gibi gerdanının nakışı, Irasa geldim bir güzel Kaman;da..
Sabahleyin kalkmış dokunmuş seher, Martın yedisinde tam evvel bahar, Dururu selamına Kaman, Kırşehir Irast eldim bir güzele Kaman;da ..
ADİL.G. VAHAPOĞLU (1943 -...)
1944; te Ardanuç Tosunlu;da doğan şair ve yazar Kırşehir;e yerleşti. İlk ve orta öğrenimini kendi ilçesinde gördü. Adana Düziçi Öğretmenokulu;nu, Erzincan Lisesi;ni bitirdi, edebiyat-hukuk öğrenimi gördü. 1974;ten beri Kırşehir Kale Ortaokulu;nda Türkçe Öğretmeni olarak çalışmaktadır. Kırşehir Barosu;na bağlı avukat olarak da görev yapan Vahapoğlu, evli ve 3 çocuk babasıdır. Başlıca eserleri: Ön Yağmur(şiir-1969), Taşlandıkça Büyüyen(şiir-1972), Şiir ve Özdeyişlerle Atatürkçülük (inceleme-1974), Hacı Bektaş Veli(deneme-1987), Atatürkçü Düşünce (araştırma-1960).
KURTULUŞUN ARDINDA
Karlı bir kır gecesi Mustafa Kemal
ben ve Kongre Caddesi Erzurum;da
23 Temmuz;u yaşıyorum
bağımsızlık sevdasıyla yeniden
tutuşmuş yüreğimle...
antların ne yücesiydi o:
;Ya bağımsızlık, ya ölüm;
fermansız imzalar, manda yok! Himaye yok!
Göç edilmez doğduğumuz topraklardan
Bağımsızlık olmaz, korkunun girdiği yerde
Ne de savaşsız gelir mutlu günler
Irmak boylarından, ovalardan,
Yaylalardan toplanan burca insan
İnanmışlar güvenle bir pınar bulmuşlar
Bir pınar ki uzar gider uzakta doğuya,
Ayakta bir ulus olmak, adam olmak, halk olmak
Yaşamak sonsuzca...
ASIM GÖNEN (1945 -......)
Artvin doğumlu ,Kırşehirli bir ozandır. 1983 Gösteri Dergisi ,1988 Enver Gökçe şiir
Başarı ödülleri aldı.Çeşitli dergilerde yazdı.Evli ve 3 çocuk babası ozanın ;Sen Ayrılağa
Eyerli Şarkısın;(1987)ve ;Acının Volkanı; (1990)adlı iki şiir kitapı bulunuyur. Ozan,
halen Kırşehir 24 Aralık İlkokulu;nda öğretmenlik yapıyor.
DAMLA DAMLA
Bazen kar tanesiydi üzerinde Bazen baharlar dolusu güneşti çiçeklerin bazen kaçırıp gözlerini gözlerinde bazen arzular dolusu teslim edişin
özlemin en susamış dalında oğulmuş bir yaprakken gözlerim üç nefeslik bir an gibi bırak gözlerimde kalsın en serin kuyusu gözlerinin
AŞIK BOYACI(Esat Hüseyin Canıtez) (1914 ;4 Şubat 1990) ;Aşık Boyacımahlasıyla şiir yaza halk ozanı Esat Hüseyin Canıtez;in 3.500;de fazla milli, dini ve mahalli şiiri bulunmaktadır.Kırşehir;de doğan Aşık Boyacı ilk ve orta okulu burda okudu. Çeşitli mesleklerden sora ;boyacılık; (tabela) yapmaya başladığı için çevresinde ;Aşık Boyacı; diye alınır. Ünlü ve güçlü ozanı, ;Kalbimin ışıkları; ;Bayrak ve Toprak;Türk Oğluyum Türk Oğlu; adında üç şiir kitabı yayınlandı .
KIRŞEHİRİM
Adına tadına kurban olduğun
Her yanın bir cennet,gül pare pare
Bilmedim senin için benden nolduğun
Akar gözlerimden sel pare pare
Ne kadar güzelsen böyle kadersiz
Ne kadar zayıfsın gözlerin fersiz
Senin, benim günüm geçmez kedersiz
Üstümüz bulutlu yer pare pare
Dulmusun, yetim mi, süslenemezsin,
Hani evlatlarına seslenmesin,
Sen kendi başına beslenemezsin,
Tutamam elinde el pare pare.
Noldu sana böyle anam kırşehir,
Edir bu çektiğin çile ile kahır,
Tertemiz havan, suyu, panzehir,
Akar derelerden sel pare pare.
Meyven sebzen boldur alan bulunmaz,
Haritada adın güzeldir okunmaz
Uzanıp bir el de sana dokunmaz,
Öter bülbüllerin pare pare.
Kındam;ın bir alem , Bağbaşı;n bir alem
Dinekbağın düşürür herkesi aşka,
Ahi Evran ile ya Aşık Paşa,
Gece karnlık yol pare pare.
Tarihine baktım binleri yazar,
Bağrına kazılmış bir ulu mezar,
Eliboş yiğitler kahvede gezer,
Açar çiçekleri gül pare pare.
Her hafta yazılır boyacı ahı,
Yarabbi nedir ki , yurdun günahı,
Perişan yatıyor şehitler şahı,
Vaziyet böyledir, hal pare pare.
ÇEKİÇ ALİ (1993- 1973)
Mahalli sanatçı yöre türkülerini içtenlikle söylerdi 40 yaşında vefat etti.
Karamanda benim yarim karama
Bekar olsamda askerliğimi aramam
Sen orda be burada duramam
Çekerim ayrılığı gider bir zaman
DURSUN KAYA (1934 - ...)
Kırşehir;e bağlı Kaman İlçesi;nin Hamit Köyü;üde (şimdi kasaba oldu) doğdu.9 kardeşin en küçüğü olan Hahitli Aşık Dursun Kaya okumamıştır. Dünya görüşü geniş olan aşık, köy yerinde pek çok işi denemiş, bir zaman Kırıkkale;ye göç ederek orada bakkallık yapmıştır. Alım-satım işleriyle uğraşmış; bakkallık, çerçicilik, celepçilik (mal alıp satma),çiftçilik, avcılık ve daha pek çok işle uğraşmıştır.7 çocuk babası olan aşığın okumaya ve okutmaya karşı ilgisi oldukça fazladır. Halen Hamit Kasabasın da çiftçilikle uğraşan Aşık Dursun Kaya, şiir yazmaya devam ediyor. Aşık Kaya;nın 4 şiiri mahalli saatçılar tarafından plaklara okunmuştur.
ÂŞIK SAİT (1835 - 18 Ocak 1910
Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar Nasıl Getireyim Seni Ele Ben Ya Bir Şahin Olsam Sen Bir Balaban Taksam Kaynağıma Gitsem Çöle Ben
Der Said'im Görür Zatı Zad İle Aldırdım Yarimi Bir İspat İle Göksü Sülenbetli, Tosun At İle Yar Terkimde Hep Gideyim Çöle Ben
Aşık Said 1251 (1835) yılında Kırşehir iline bağlı Toklumen Köyünde doğmuştur. Değirmenci Oğulları denen bir aileden gelmektedir.
Said, okuyup yazmayı önce köyün hocasından öğrenmiş, sonra 18 yaşlarında Kayseri'ye giderek iki buçuk yıl medrese öğrenimi görmüştür.
Üç kez evlenmiş ve bir çok çocukları olmuştur. Bunlardan dördünün erkek, birinin kız olduğu kesindir. Ayrıca bir oğlu ile bir kızının olduğu da söylenmektedir. Adil ve İbrahim adlarındaki iki oğlu aynı günde ölmüş. Nuri adındaki oğlu 1290 (1874) deki büyük kıtlıkta keme (domalan) toplamak üzere Kızılırmak'ın karşı kıyısına geçerken sandalın devrilmesi sonucu boğularak ölmüştür. Şairin kendisinden sonra yaşayan tek oğlu, O'nun gibi bir halk şairi olan Aşık Seyfullah'dır.
Haşim adındaki bir kardeşi Silifke'de mutasarrıflık yapmıştır. Aşık Said, Kızılırmak üzerinde kayıkçılık yapardı. Çiftçilikle de binicilik sevdiği uğraşlardı. Emmileri de kayıkçılık yapıyormuş, öyleyse bu uğraş onlardan gelmiş olmalı kendisine. O, bir taraftan kayıkçılık yaparken, bir taraftan da ülkenin bir çok il ve ilçelerini dolaşmış ve sazına oralardan da teller bağlamıştır. Dörtlüklerinde çok yerleri gezdiğini, <<Yedi iklim dört köşeyi>> dolandığını bildiriyorsa da, adlarını saymıyor. Görüşmelerimizden ve şiirlerinden çıkarabildiğimiz kadarıyla Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Konya, Kayseri, Maraş, Antep, Adana, Mersin, Silifke, Tarsus, İzmir, Manisa, Haymana, Şereflikoçhisar, Aksaray, Keskin bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Yemen'e de gitmiştir. Gezdiği yerlerde etkilenme derecesine göre şiirler yazmış, türküler, düzmüş.
Bölgedeki yaşlı ve konuya yakınlık duyan kişilerden Aşık hakkında edindiğimiz diğer bazı bilgilerin de buraya aktarılması uygun düşer sanırız.
Bir görüşe göre dôrt, bir gôrüşe göre altı yıl askerlik yapmış Yemen'de. <<Yemen'e giderken>> başlıklı şiirinde, asker olarak Yemen'e gittiğini belirleyen bir açıklık yoksa da, bölgede askerlik hizmetini, Yemen'de yaptığını savunanlar az değildir. Nitekim askerden sevgilisine yolladığı <<Mektup>> adlı şiirindeki:
Leylayı yitirmiş Mecnuna döndüm Yana yana ıssız çölü beklerim
mısraları askerliğini Yemen'de yaptığı şeklindeki görüşleri oldukça açıklığa kavuşturmakta, buna <<Yemen'e Giderken>> şiirindeki :
Yemen'den karalı haber geliyor Nice yiğitler de hasret ölüyor
sözleri de eklendiğinde, askeriliği Yemen'de yaptığı büyük oranda doğruluk kazanıyor.
Türkü söylemeğe genç yaşında başlamış ve sözlerini sazının tellerine ustaca dökmesini becermiş. Bağlama çalmayı kendi kendine öğrendiğini, küçük yaşta başladığını söyleyenler çoğunlukta ise de, çocukluğunda komşu köylerden birinde ünlü bir saz erinin yaşadığını ve bu usta kişiden öğrenmiş olabileceğini ileri sürenlerde çıkmıştır. Bu kişilerin sözleri tahminden öte geçmediği gibi, isim ve yer de bildirmediklerinden ve hayli azınlıkta olduklarından Şair'in bağlamayı kendi kendine öğrendiği daha çok kesinlik kazanıyor.
Kırk beş yaşına kadar sazını ilhamlarının dili haline getiren Aşık, bu yaştan sonra çok sevdiği sazını bırakmıştır. Sazını erken bırakması iyi mi olmuştur, kötü mü bilemeyiz. Gerçek şu ki, Aşık Said bu gün bağlama tellerinden dökülen türküleriyle yaşayan ozanlardan biri. Türkülerinin çoğu, memleketi olan Kırşehir ve çevresinde hala yaşamaktadır. Derlenemediği için unutulanlar olsa bile. Ayriyeten incelemeler sırasında Kırşehir folklorundaki yerini ve önemli payını saptamış bulunuyoruz. Üstelik yaşadığı dönemde de türkülerinin yaygın ve tutulur olduğu tartışmasız söyleniyor.
Genel kanı Aşık Said'in yanık ve çok güzel olduğu, türkülerini içinden geldiğince okuduğu başladığını tamamlamadan geçmediği, dinleyenlerin ona uyarak sessizce ve zevkle havasına girdikleri biçimindedir. Görüşmelerimiz sırasında, bağlamayı ender bir ustalıkla çaldığını, bir söylediği parçayı uzun bir süre geçmeden bir daha söylemediğini öğreniyoruz. Bize verilen bilgiye göre, şu örnekler anlatılanları doğrular niteliktedir:
Bir düğünde davetliler arasında, zamanın önde gelen eski bir bağlama erbabı da bulunuyor. İlkin bu sanatçı alıyor tezeneyi ve yumuluyor sazın göğsüne ve tellerine. Çalıyor ve söylüyor. Dinleyenler mest oluyor, bir hayranlık rüzgarı esiyor oracıkta. Sonra sıra genç Aşık Said'e geliyor, hem çalıyor, hem söylüyor. Sesi ve sazı o kadar güzelmiş ki, kendisini ilk kez dinleyen ünlü kişi bağlamasını eline alarak ayağa kalkmış, övgüsünü damgalar gibi ortasından kırıvermiş herkesin önünde.
Gene bir gün, dört gelin kız su dolduruyor bir pınardan. Oradan geçmekte olan Said, bir söğüdün gövdesine yaslandıktan sonra, <<Ay Dost!...>> diye başlıyor çalıp çığırmaya, kızlar bu güzel, bu yanık, bu içten konser karşısında testilerini yere çalarak beğenilerini açığa vuruyorlar.
Bütün bu özelliklerinin normal gereği ise, Said'i zamanın aranan, beklenen kişisi yapmasıdır. Her taraftan sık sık ziyaretine gelenler olurmuş. Çoğunluk ise avcı arkadaşları. Yaşlı bir köylü hem kendi gördüklerine, hem de duyduklarına dayanarak şunları açıklıyordu bu konuda: Said'in deden kalma bir odası varmış. Çevre köylerden ve daha uzak yerlerden Said'i ziyarete gelenler eksik olmazmış. Gelenler dedesinin köy odasında ağırlanır, bazen sabahlara kadar yarenlik edilir, çalınır, söylenirmiş. Gelenler bu odada gecelerlermiş. Bundan da. anlaşılıyor ki Aşık'ın adı biliniyor ye söylüyordu dillerde: <<Said Avcı>> şiirinde bunu kendisi de açığa vuruyor: <<Söylenir namımız halkın dilinde.>>
Said'in bir tutkusu da şahan. Ava çıktığında olduğu gibi, çıkmadığı zamanlarda da elinde, omzunda şahanla dolaşırmış. Aşik'ın şahana olan sevgi ve tutkusunu şiirlerinde de görüyor ve bize verilen bilginin gerçek olduğu sonucuna varıyoruz:
Yavru bazım konmuş kolun üstüne Dökmüş saçlarını belin üstüne Şahinimi salmış idim yabana Mail oldum ben bir kaşı kemana
Ün eyledim yüce dağlar salından Gözü kara bir balaban kuş ile Elde bazım kalktım keklik avına Yol alanda Ağızboz'un dağına
Bir şiirinde de şöyle duyurur kolundaki Şahini:
Davet olsam dost köyüne okunsam Yavru şahinimi kolda götürsem.
Bu örnekler dışında, şahan, şahin, balaban, baz gibi adlarla bu kuşlara düşkünlüğünü belli eden satırlarına çokça rastlıyoruz.
Aşık Said'in, kadınlara olan eğilimi ayrı bir özelliği olarak çıkıyor karşımıza. Ne var ki bu noktadaki görüşler şehre ve köye göre değişiyor. Kırşehir'de kadınlara aşırı düşkünlüğün kanısı yaşarken, kendi köyünde, <<vardı, aşırı değildi>> şeklinde söyleyenlere rastlıyorduk. Gel gelelim şiirleri ve hayatına ait kısa bilgiler birinci görüşü daha bir haklı çıkarır nitelik taşıyor.
Gene köyünden edindiğimiz bilgiye göre dindar, namazını kaçırmayan, çok dürüst ve doğru bir karakter adamı imiş. Zaten bu ve benzeri özelliklerinin sosyal yanı olan bütün şiirlerinde, kuşkuya yer kalmayacak şekilde tam bir açıklıkla görebiliyoruz.
Evet ozanın yaşadığı dönemle ilgili bilgiler şimdilik bu kadarla bitiyor. Bitiyor ama, bir perde eksiğiyle ancak. Derken bir gün gelmiş, bağlamış Said'i hasta döşeğine. Ne var ki, elinden ve dilinden alamamış türküsünü, koşmasını, destanını. Söylemiş, yazmış hasta yatağında bile yaşlı Ozan. Hem de geleceğini kestiren bir adamın acı gerçeklerini yaşıyordu artık. Biraz yakınmalı, tersine minnetsiz ve üstelik korkusuz :
Yüklettin bahranı kaçarım diye Kol kanat bağladın uçarım diye Şu yalan dünyadan, göçerim diye Kırdın kanadımı kolumu felek
Gözümden akıttım demü zarımı Felek yaman aldın kolay yanımı Vadem yetti ise gel al canımı Sana minnet etmem bir canı felek
Şu yalan dünyada yolumuz büke Çevirdim yönümü yalvardım hakka Giydirdin gömleğe istemez yaka Yolumu yolsuza düşürdün felek
Hasta döşeğinde böyle yazan Aşık, ardından minnet etmediği canını da veriyor ve Toklumen'e gömülüyor. Yazık, fırsat buldukça gittiğimiz bölgede, hele Aşık'ın kendi köyünde yaptığımız soruşturmalarda mezarının yerini bilen kimse çıkmamıştır.
Öldüğünde 75 yaşındadır. Yıl 18 ikinci Kanun 1326 dır. (18 Ocak 1910) Yastığının altından kendi el yazısıyla yazılmış <<Son Türküsü>> de çıkmıştır:
Said bu rüyaya aldanama boşa Götü azık bir gün gelecek başa Senin günahların gökleri aşa Sana baki değil bu Toklueğemen
Evet Toklumen ona da kalmamıştır. Zaten o da herkes gibi bu dünyada konuk olduğunu biliyor ve şöyle açıklıyordu önceden:
Anamın rahminden yere düşmeden Dokuz ay yaslandım handa misafir Bu gün, geldim ise yarın giderim Ben bir ulu kervan hana misafir
Gayri Aşık'ın da misafirliği de bitiyordu. Misafirliği bitmeyen ise onun sözleri, sazından kalan seslerdi. Bu gün var olan, yaşayan iki gerçek.
Eserlerinden bazıları:
Yar İçin
Aman Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar Nasıl Getireyim Seni Ele Ben Ya Bir Şahin Olsam Sen Bir Balaban Taksam Kaynağıma Gitsem Çöle Ben
Şahinimi Salmış İdim Dumana Mail Oldum Ben Bir Kaşı Kemana Sevdim İse Yarim Sevdim Kime Ne Ne Etmişsim Şu Dolaşan Ele Ben
Koyunları Kuzu İle Karışık Yüze Küskün Ama Kalbi Barışık Siyah Perçemi De Zülfü Dolaşık Yeni Düştüm Düzen Tutmaz Tele Ben
Der Said'im Görür Zatı Zad İle Aldırdım Yarimi Bir İspat İle Göksü Sülenbetli, Tosun At İle Yar Terkimde Hep Gideyim Çöle Ben
Emine
Tor Şahin Misali Eydirip Bakma Artar Bülbül Gibi Zarı Gözlerin Cemalin Şevkine Cihanı Yakma Yaktı Bu Cihanı Nara Gözlerin
Kaşların Katlime Ferman Yazdırır Aşıkları Diyar Diyar Gezdirir Lokman Bekim Gelse Yaram Azdırır Nedir Bu Derdime Çare Gözlerin
Dökülmüş Ruyüne Tel Gibi Saçlar Kiprikler Sineme Tel Gibi İşler Mah Cemal Üstünde Ol Keman Kaşlar Yakıyor Canımı Kara Gözlerin
Cemalin Görenler Hep Mecnun Gider Seni Seven Yiğit Dünyayı Nider Azrail Misali Ban Harap Eder Kasdeyler Canıma Kara Gözlerin
Pek Densiz Sallanma Sen De Bulursun Dünya Baki Değil Sen De Ölürsün Etme Bu Cefayı Kanlım Olursun Deli Etti Beni Kara Gözlerin
Said'im Düşmüşsün Ah İle Zare Beni Mecnun Eden Bir Gözü Kare Aradım Derdime Bulunmaz Çare Anca Bu Derdime Çare Gözlerin
Kerem Eyle
Eylen Güzel Eylen Haber Alayım Bir Suvalim Vardır Dur Kerem Eyle Seni Dertlerime Derman Dediler Bu Kadar Hizmetim Gör Kerem Eyle
Bir Yenilmez Sevda Var İdi Bende Ciğer Yarasıdır Onmaz Teninde Dediler Derdimin; Dermanı Sende Etme Bu Cefayı Yar Kerem Eyle
Suna Boylum <<Heye>> Demez Sözüme Kaldırıp Başını Bakmaz Yüzüme Muhabette Oturuncu Dizime Kolların Boynuma Sar Kerem Eyle
Kara Gözlüm Gel Ağlatma Boşuna Merhamet Kıl Gözlerimin Yaşına Ben Ölünce Mezarımın Başına Ağlayı Ağlayı Var Kerem Eyle
Said'im Çekersin Daima Elem, Mümkün Mü Yar İle Murada Erem Gitmeyem Hasretlik Yüzünü Görem Gelipte Halimden Sor Kerem Eyle
Eşi İçin
Nasıl Vasfedeyim Bir Danem Seni Rumeli Bosnayı Değer Gözlerin Emsalin Yok Senin Yalan Dünyada Karsı Akıskayı Değer Gözlerin
Unutmuş Kalmışım Erzurum Vanı Koca Sivas İle Tekirdağını Ne Var Ankara Da Kayseri Seni Samsunu Yozgadı Değer Gözlerin
Kimsede Görmedim Sendeki Nazı Tunusu Trablusu Mısır Hicazı Yemeni San'ayı Acem Şirazı Belhi Buharayı Değer Gözlerin
Evvelden Bilirim Ben Seni Maraş Selamına Dursun Hint İle Habeş Bağdadı Basrayı Versem Başabaş Halebi Antebi Değer Gözlerin
Aşık Sait Seni Eyledi Meti Yanaktan Bir Puse Kula Himmeti Yüz Bin Sarraf Gelse Bilmez Kıymeti Büsbütün Dünyaya Değer Gözlerin
Ne Güzel Uymuş
Şu Kendi Kendime Bir Fikreyledim Mor Dağlara Duman Ne Güzel Uymuş Sığındım Mevlama Çok Sükreyledim Müslümana İman Ne Güzel Uymuş
Düğünde Bayramda Ederler Zinet İslamın Boynuna Farz İle Sünnet Kafire Cehennem Mümine Cennet Kör Şeytana Nalet En Güzel Uymuş
Müminler Camiye Sererler Halı Ben Deli Değilim Sen Ettin Deli Allahın Arslanı Hazreti Ali Eline Zülfikar Ne Güzel Uymuş
Said'im Der Küffar Tapar İsaya Amel Getirirler Eğri Asaya İncil İsa İçin Tevrat Musaya Kur'an Muhammed'e Ne Güzel Uymuş
Kırşehir Türküsü
Çıktım Yükseğine Seyran Eyledim, Al Yeşil Bahçeli Kaman Görünür. Firkat Geldi, Ah Eyledim, Ağladım. Kılıçözü Çayır Çimen Görünür.
Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Çırpınır Dalında Bülbüller Öter, Çok Olur Güzeli Hep Yeni Biter, Kaşının Üstünde Keman Görünür,
Gün Be Gün Artırdım Ah İle Zarı, Elinden Alırdım Gül Yüzlü Yarı, Arzum Sende Kaldı Koca Kayseri, Erciyas Başında Duman Görünür.
Said'im Çekersin Her Zaman Keder Gurbetlik Daima Benimle Gider, Bu Aşkın Elinden Çektiğim Yeter, Sevdiğim Yılların Yaman Görünür.
Yeğ İmiş
Kulak Verdim Dört Köşeyi Dinledim Ardım Sıra Gıybet Eden Çoğumuş Çok Yaşayıp Kötü Günü Görmeden Az Yaşayıp Bir Dem Sürmek Yeğ İmiş
Çadır Kurup Sahralara Konardım Hünkar Sofrasında Elim Sunardım Kargı Alıp Tosun Ata Binerdim Anın Dahi, Bir Faydası Yoğumuş
Nazar Kıldım Her Tarafa Köşeye İltimas Çok Ağa İle Paşaya Var Mı Bu Dünyada Ebed Yaşayan Yolu Çıkmaz Bir Yücecik Dağ İmiş
Der Aşık Said'im Üfülür Surler Hallaç Mansur Gibi Atılır Yerler Yer Yüzünde Kalmaz Bir Tane Erler Diyen Olmaz Adam Sağ İmiş
Sürmeli Değil
Ilgıt Ilgıt Esen Seher Yelleri Yar Gelip Geçtikçe Değmeli Değil Ak Elleri Boğum Boğum Kınalı Ah Neyleyim Gözler Sürmeli Değil
Doldurmuş Helkeyi Ben Deyip Gider Açmış Ak Göksünü Yel Dövüp Gider Ela Göze Sürme Çekmiş Çevreder Mahellenden Bir Yar Sevmeli Değil
Ben Bu Derelerde Konup Göçmedim Aşkın Badesinden Dolup İçmedim Fırsat Elde İken Alıp Kaçmadım Öldürmeli Beni Dövmeli Değil
Bizim İlde Ak Sayayı, Giymezler Giyip Giyip Ak Topuğu Dövmezler Sen Güzelsin Ben Said'e Vermezler Düşüp Kız Sevdana Yelmeli Değil
Dünya Boş İmiş
Feryad Edip Hiç Bir Dala Konmadan Gönül Havadaki Dönen Kuş İmiş Gam İle Mihneti Mesken Edindim Bir Bakarsan Yalan Dünya Boş İmiş
Seher Vakti Bülbüllerim Ötmedi Çok Rica Eyledim Sözüm Tutmadı Bir Vakit Hoş Günüm Devran Etmedi Kahpe Felek Kara Bağrım Taş İmiş
Allı Turnam Ayrılmazdı Katerden Bahanam Yok Ayrılamam Kaderden Dünyaya Bakmadan Gamü Kederden Benim Başım Ne Belalı Baş İmiş
Seher Vakti Bülbül Başlar Figana Hele Bir Nazar Kıl Fani Cihana Nice Canlar Geldi Geçti Bu Hana Güvenmeyin Dostlar Dünya Düş İmiş
Said'im Çekiyor Gam İle Keder Hakka Aşık Olan Dünyayı Nider Misafirhanedir Gelenler Gider Yeni Bildim Yalan Dünya Boş İmiş
Hasta Döşeğinde
Gülmedim Dünyaya Geldim Geleli Akıttın Gözümün Yaşını Felek Evvelden Onmayan Şimdi Onar Mı Attın Tünden Tüne Aşımı Felek
Yüklettim Barhcanı Göçerim Diye Kol Kanat Bağladın, Uçarım Diye Şu Yalan Dünyadan Göçerim Diye Kırdın Kanadımı Kolumu Felek
Gözümden Akıttın Demü Zarımı Felek Yaman Aldın Kolay Yanımı Vadem Yetti İse Gel Al Canımı Sana Minnet, Etmem Bir Canı Felek
Şu Yalan Dünyada Yolumuz Büke Çevirdim Yönümü Yalvardım Hak'ka Giydirdin Gömleği İstemez Yaka Yolumu Yolsuza Düşürdün Felek
Der Aşık Said'im Okuyan Yazar Yazdığım Yazıyı Yaradan Bozar Ellerin Sevdiği Salınıp Gezer Hemen Bana Mıdır Bu Zulmün Felek
Son Türküsü
Tüter Cehennemin Dumanı Tüter Acep Mevla Bana Gazap Mı Eder Cümle Halk Yüzleri Üstüne Yatar Haykırır Ün Verir Ateşi Suzan
Mevlam Kullarına İnsin Rahmetin Çektirmesin Cehennemin Zahmetin Hep Bağışlar Habibine Ümmetin Eder Kullarına Bin Türlü İhsan
Said Bu Rüyaya Aldanma Boşa Götür Azık Bir Gün Gelecek Başa Senin Günahların Gökleri Aşa Sana Baki Değil Bu Tokluğemen
Cahit OBRUK
Aşık Hüseyin
Gönül arzeyliyor dostu sılayı Engel bırakmıyor buna ne dersin Eller beğenmezken balı hurmayı Evdeki tükenen una ne dersin.
Kimi doğru gider kimi şaşırmış Kimi kağnısını dağda aşırmış Hüseyin yolunu sarpa düşürmüş Devresi bilinmez yola ne dersin.
19. yüzyılın güçlü ozanlarından olan Aşık Sülük Hüseyin'in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1838 kıtlığına söylediği bir destan, onun 1815-1820 yıllarında doğmuş olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Elli dört senesi bahar ayları Hep kurudu dereleri çayları Açlık sardı şehir ile köyleri Aman Allah ne olacak halimiz.
Aşık Sülük Hüseyin'in doğum tarihi gibi ölüm tarihi de bütün araştırmalarımıza rağmen şimdilik bilinmezliğini korumaktadır.
Etem Paşa orduların başında Erzel Paşa gezer düşman peşinde Gündüz hayalimde gece düşümde
Yatın dağlar geçeceğim ardına Evelallah güveniyom orduma.
Tarihçi Yılmaz Öztuna'nın bildirdiğine göre, Müşir Edhem Paşa komutasındaki orduda görev yapan Kırım ve 93 Harblerine katılan ve Aşığın dizelerinde adı geçen Erzel Paşa, 18 Nisan 1897 Türk Yunan savaşında şehit düşmüştür. Bu savaşa bir destan söyleyen, dolayısıyla 1897'de hayatta olan Aşık Hüseyin'in 1900'lerin başında, tahminen 85 yaşlarında vefat ettiğini söyleyebiliriz.
Turnam giderseniz bizim yaylaya Bir aşık Urumda yasta di n'olur Engizekte yerişirsen obaya Sıtmaya tutuldu hasta di n'olur.
Yukarıdaki dörtlüğünde ve muhtelif şiirlerinde de dile getirdiği gibi, kışın Anadolu'da, yazın Toroslardaki yaylalarda yaşayan, doğum yeri ise kesin olarak bilinmeyen ozanın son ikamet ettiği yer; Kırşehir, Mucur, Küçük Kavak köyü, Cilt. 37, Hane 22, numarada Bozbıyıkoğlu Hüseyin olarak, Mucur Nüfus Müdürlüğünde kayıtlıdır. Yine aynı nüfus kayıtlarında hanımının adı Ümüş olan Aşık, bir şiiriyle de bunu doğrulamaktadır:
Hüseyin'im nettik Kadir Mevlaya Bizi hasret koydu bağa harmana Kaderimiz buymuş Ümüş ağlama Baharımız kara geldi bu sene.
Bozbıyıkoğulları namıyla anıldıklarını bir şiirinin son dörtlüğünde Aşık Sülük Hüseyin şöyle dile getirmektedir:
Devran dönsün poyrazınan eseyim Ferman padişahın kime küseyim Yurt tuttu Acıöz'ü Sülük Hüseyin Dedem Bozbıyık Türkmen değil mi?
Bu dizelerden de belirtildiği gibi, nüfus kayıtlarında Bozbıyıkoğul1arı namıyla anılan ozan, o bölge halkı tarafından Aşık Sülükoğulları veya Aşık Sülükler olarak bilinmektedir.
Mezarımı yol üstüne kazsınlar Baş taşıma Aşık Sülük yazsınlar Gelen geçen öldüğümü duysunlar Gelin dostlar helallaşmak günümdür.
diyen Aşık Sülük Hüseyin, bu dörtlüğüyle de o yörede kendilerine Aşık Sülükler denildiğini kanıtlamaktadır.
Zorladılar yesir gittik Uruma İskan olduk Acı suyun kıyına Alışmadık ivezine şoruna Sinekte sıtmada yatılmaz oldu.
Dörtlüğünde belirttiği üzere, Aşık Hüseyin ve ailesi de diğer Türkmen aşiretleri gibi devlet tarafından zor kullanılarak Toroslar dan Orta Anadolu'ya iskan edilmişlerdir. Bir Türkmen aileye mensup olan ozanın, ilk önce Mucur'a bağlı Aydoğmuş ile Karacalı köyleri arasında kalan Sülüklü Bel denilen bir yerde oturduğunu, fakat Kırıklı köyünden veli adlı bir eşkıyanın zoruyla, yakınlardaki Aflak (Altınyazı) köyüne göç ettiklerini ozanın kendisinden dinleyelim:
Bizim meskenimiz Sülüklü Beli Eser sam yelleri soldurur gülü Bize kan kusturdu Kırıklı Veli Isıtmalı sıracalı maççalı.
Hüseyin'im gene kalktı göçümüz Gurbet elde kaldı Haçça bacımız Başa bela haramzede piçiniz Isıtmalı sıracalı maççalı.
Yukarıda da belirtildiği gibi. Aşık Sülük Hüseyin'in iskan olayından sonra, bir zamanlar Mucur'a bağlı Aflak (Altınyazı) köyünde oturduğu, yakın zamana kadar evlerinin yerinin dahi belli 61duğu söylenmektedir. Yine o köydeki bir ine (mağara) Aşık Sülük Hüseyin'in ini dendiğini, otuz yıl önce o bölgede imamlık yaptığım dönemler, ahbabım ve büyüğüm Hacı Sadık'tan ve o köyde yaşayan diğer yaşlı insanlardan defalarca dinlemişimdir. Aflaklı Hacı Sadık'tan, Aşık Sülük Hüseyin'in birkaç şiirini dinlemiş olmama rağmen, bu şiirleri bir tarafa not etmediğim için şu anda belleğimde hiçbirisi kalmamıştır . Yine ozanın şu mısraları bu köyde oturduğunun bir ka nıtı olsa gerektir:
Bunca emeğimiz boşuna zayil Kader böyle imiş Allah'a kayil Dayırn Necip ile emmim İsmayil Arzı mekan etti Aflak'ta kaldı.
Aşık Hüseyin'in Aflak köyünden göç etme nedenlerini şimdilik bilemiyoruz. Bir müddet sonra Aflak'tan göç eden Ozan, Mucur, Küçük Kavak köyüne bağlı Çömelek, Cavlak (Yeniköy) üçgenindeki Acısu'yun kenarına gelip yerleşmiştir. Ozan'ın şu şiiri bu göç olayını bize şöyle açıklamaktadır:
Acısu'dur obamızın otağı Eksilmez yoğurdu balı kaymağı Ulu yoldur şekerkuyu sapağı Eğlenip orada kalın turnalar.
Aşık Sülük Hüseyin'in, kapısında birkaç sürüsü yayılan ve geniş arazilere sahip, varlıklı hanesi ve sofrası açık cömert bir kimse olduğunu araştırmalarımız sırasında o bölge halkından öğrenmiş bulunuyoruz. Aşağıda bir dörtlüğünü verdiğimiz vasiyet adlı şiiri de halkın anlattığı bu bilgileri doğrulamaktadır.
Taş Konağın kapısını örtmeyin Uluyol' un ırızgını kesmeyin Emmiye dayıya kirtip küsmeyin Gelin dostlar helallaşmak günümdür.
Aşık Hüseyin tarafından söylenen şu dizeler de onun medrese görmüş, okumuş bilgili bir kimse olduğunu kanıtlamaktadır:
Biz de gittik bir zamanlar hocaya Aşinayız elif ile heceye Seni ısmarladım Gani yüceye Huzuru mahşerde dilin lal olsun.
Diğer yandan, Aşık Hüseyin'in Mehmet, Süleyman ve Osman adlı üç oğlu ile Hatice adlı bir kızı olduğu Mucur nüfus kayıtlarında yazılıdır.
Halk arasında (kel kız Haçça) olarak bilinen Aşığın kızı Hatice (1859-1931) o yörede cömertliğiyle ve hayırseverliğiyle tanınmaktadır. Acıöz'deki evlerinin önünde geçen Uluyol'un kenarına babası tarafından kazılan su kuyusunun başına yolcuların yemesi içmesi için her gün helkelerle yoğurt ve ayran çıkartan bu kadın, babasının başlattığı geleneği ölünceye kadar devam ettirmiştir.
Eserlerinden bazıları:
NE DERSİN
Gönül arzeyliyor dostu sılayı Engel bırakmıyor buna ne dersin Eller beğenmezken balı hurmayı Evdeki tükenen una ne dersin.
Kimi sevdasını ummana salar Kimi de dünyanın hırsına dalar Kimi başkasının aybını arar Başındaki bin bir hala ne dersin.
Kimisi dünyada murazın almış Kimi de dünyanın zevkine dalmış Kimi derde düşmüş çaresiz kalmış Çaresiz dolaşır buna ne dersin.
Kimi yaptığına öğünür durur Kimi pişman olmuş döğünür durur Kimi bağrı yanmış göğünür durur Kerem gibi yanan kula ne dersin.
Kimi tatlı dilli güler yüzlüdür Kimi batman batman ağar sözlüdür Açmayın sinemi yaram gizlidir Şu bendeki derde çora ne dersin.
Kimi doğru gider kimi şaşırmış Kimi kağnısını dağda aşırmış Hüseyin yolunu sarpa düşürmüş Devresi bilinmez yola ne dersin.
YEMEN 1
Yemen nere sıla nere Dağlar girdi ara yere Yitirmedim umudumu Gözlüyorum Memet gele.
Yemen bizim neyimize Figan düştü evimize Çocukların yetim kalır Sen güvenme beyinize.
Yemen yolu çukur olur Karavanam bakır olur Zenginimiz bedel verir Fakirimiz asker olur.
Kalmadı anayın sabrı Taş kesti babayın bağrı İnsafa gel padişahım Gönder Memet'imi gayrı.
Başta kalpak soldu mola Gün vurdu da öldü mola Memed'imin gözlerine Karıncalar doldu mola.
Güvenme Arap hayına Ateş atar ocağına Yemen'e gittin gideli Oğul gelmez kucağıma.
Yavruların zarleniyor Bu hasretlik külleniyor Küçük körpe Hüseyin'in Babam diye dilleniyor.
YEMEN 2
Bir alay askerdik bindik gemiye O gemi götürür bizi Yemen'e Şükür o Yemen'de geri dönene
Yemen'e de benim ağam Yemen'e Ateş düştüğü yeri yakar kime ne.
Susmuş konuşmuyor ağzında dili Yirmisinde solmuş tomurcuk gülü Ne yaman yer imiş Yemen'in çölü
Yemen'e de koç yiğidim Yemen'e Kendim ağlar kendim söyler kime ne.
Kalkmıyor sırt çantam, cephanem ağır Kimimiz kör olduk kimimiz sağır Her yana oynuyor İngiliz gavur
Aman padişahım imdat Yemen'e Şu Yemen'in gailesi bize ne.
Yemen'de de kara haber geliyor Nice koç yiğitler telef oluyor Hain Arap arkamızda vuruyor
Türk uşağının kanı akar Yemen'e Analar bacılar ağlar kime ne.
Hüseyin akıtır kanlı yaşını Bit pire üşüşmüş yiyor döşünü Akbabalar konar oyar başını
Gitti gelmez ağam emmim Yemene Ölen ölür kalan sağlar kime ne
EFENDİM
Gülyüzlü sevdiğim neden incindin Araya söz katan eldir efendim Bana bergüzar ver kapına geldim Bu aşık kapında kuldur efendim.
Aşık maşukuna cefa yapar mı Bir sözün üstüne bin söz katar mı El alem içinde taşa tutar mı İster azat ister öldür efendim.
Ne dedim de küstün canımın içi Koynumda saklıyom verdiğin saçı Vallahi Hüseyin'in bunda yok suçu Arada rakibi kaldır efendim.
NE BİLSİN Sevda bahçesinin gonca gülünde Deren bilir dermeyenler ne bilsin Canı başı şol cananın yolunda Veren bilir vermeyenler ne bilsin.
Al yeşil soyunup kara giyenler Aşk okunda yaralıyım yarenler Sen ölme de ben öleyim diyenler Ölen bilir ölmeyenler ne bilsin.
Arı sır işleyip yapar balını Aşık ifşa etmez nazlı yarini Dostun ayağına olan malını Seren bilir sermeyenler ne bilsin.
Hüseyin'im dalma gama firkate Ölümden bir elçik yol yoktur öte Yar aşkıyla düşüp zalim gurbete Kalan bilir kalmayanlar ne bilsin.
AY DOST
Turnam nerden gelin Şam'dan Maraş'tan Kanadın kalkmıyor borandan kıştan Tatlı canı sakın alıcı kuştan Yoldurma tellerin yadlara aydost.
Bahar selleriyle sökün eyleyin Seher yelleriyle selam söyleyin Hallarımı vefasıza demeyin Yoldurma tellerin yadlara aydost.
Hüseyin serini saldı çöllere Bir yar için düştü dilden dillere Sırrını faş etme hoyrat ellere Yoldurma tellerin yadlara aydost.
KULUN DÜŞTÜ İSYANA
Şu yalan dünyada osandım doydum Elveda eyledim gayri cihana Aldanıp şeytana nefsime uydum İmdat sende kulun düştü isyana.
Şu fani dünyada divane gezdim Tersine okudum aksine yazdım Kendi ellerimle kuyumu kazdım Yarabbi sen fırsat verme şeytana.
Hep seni zikreder dallar ağaçlar Akan ulu sular havada kuşlar Kul kusur işlerse sultan bağışlar Yüz sürdüm kapına geldim dermana.
Günahım çok gözüm dola yaşma Gece gündüz sinemi döğem taşına Yarabbi sen Hüseyin'i bağışla Rahim'sin, Rahman'sın bakma noksana
|
|
|
KONSER Ozan.Neşet Ertaş Video
GİRDİM TÜNELE DAYALI KÜREK ÇEKİÇ ALİ VİDEO

Söz-Müzik Neşet Ertaş
HELE BAKIN
Hele bakın şu feleğin işine Ne çileler vermiş kulun başına Mecnunu Leyla'ya hasiret etmiş Kerem yanmış Aslıhan'ın aşkına
Eyüp dert elinden ne hale gelmiş Hüseyün aşkına başını vermiş Ferhat Şirin için dağları delmiş Nesimi yüzülmüş yarin aşkına
işte geldim işte gittim güz çiçeği gibi bittim yalan dünyada ne iş tuttum ömrüceğim geçti gitti
el ettiler kabrime sığındım gani kerim'e toprak attılar serime gözüm yaşı taştı gitti
sorgucu melekler geldiler solumdan defteri verdiler komşu hakkını sordular tebdilciğim şaştı gitti
Karanfil suyu neyler gülüm Güzel kokuyu neyler gülüm İki baş bir yastıkta gülüm o göz uykuyu neyler gülüm
Le le le le Leylam yar Hergün akşam böyle yar Kötü isem söyle yar
Karanfil deste gider gülüm Kokusu dosta gider gülüm Sevip de alamayan gülüm gurbete hasta gider gülüm
Le le le le Leylam yar Hergün akşam böyle yar Kötü isem söyle yar
Eğil Dağlar
Güzel İzmir duman gitmez başında Ahdim kaldı toprağında taşında Gündüz hayalimde gece düşümde
Eğil dağlar geçeceğim yurduma Gel cevap ver şu kahraman orduma
Kara taşa benzer senin yatışın Virane kuşuna benzer ötüşün Düşman girdi yurdumuza
Yassıl dağlar geçeceğim yurduma Evelallah kolaylık ver orduma
Aslan yatağına tilki giremez Girse bile gonca gülün deremez Alçak düşman muradına eremez
Geçme derler, geçeceğim İzmir'e Yunanları dökeceğim denize
Muharrem ERTAŞ
M U H A R R E M . E R T A Ş Muharrem Ertaş, 1913 yılında Yağmurlubüyükoba Köyü'ndedoğdu. Annesi Ayşe Hanım, babası zurnacı Kara Ahmet'tir. Anadolu'nun bir çok yerinde profesyonel müzisyen olarak karşımıza çıkan Abdal Aşiretlerinin Orta Anadolu'daki en büyük koluna bağlı olan Muharrem Ertaş'ın ataları Ala Kilise'lidir. Abdalların göçer bir aşiret olmalarından ötürü daha sonraları Kırşehir havalisine yerleşmişlerdir.
Ertaş'ın ilk ustaları dayısı Bulduk Usta ve Yusuf Ustadır. Küçük yaşlardan itibaren eline aldığı sazı ile köy köy dolaşır Muharrem Ertaş. Bazen sünnetçilerle, "düğün çalmaya" gider; bazen köy odasındaki muhabbetlere katılır sazıyla ve sesiyle...Her ne kadar "bozlak ustası" diye ün yaptıysa da, Orta Anadolu'nun yöresel melodilerini de repertuarında bulundurur. Özellikle çalıp söylediği halaylar şaheser niteliğindedir.
"Ustaların Ustası" Muharrem Ertaş, Bozlak geleneğinin en güçlü temsilcilerindendir. Ses genişliği, rengi ve tınısının yanısıra, gırtlak nağmeleri, çarpma, titretme ve trilleri, kendine has ses kullanma teknikleri ve bütün bunların yanısıra iyi bir Bozlak icrası için olmazsa olmaz şartlardan biri olan "yiğitçe edası" ile Muharrem Ertaş, gelmiş geçmiş en büyük Bozlak okuyucusu olarak kabul edilir. Onun için Bozlak, gökkubbeye salınan bir çığlıktır adeta. Repertuarında oyun ve halay türküleri başta olmak üzere Karacaoğlan'dan, Kerem'den, Aşık Garip'den, Pir Sultan Abdal'dan ve Aşık Sait'ten pekçok türkü okuduğu her eseri, o anki ruh halinin bir gereği olarak, her seferinde yeniden yorumlar.
71 yılda biriktirdiklerini oğlu Neşet Ertaş'a aktaran Muharrem Ertaş, yedi-sekiz yaşlarında iken dayısı Bulduk Usta'dan bağlama dersleri almaya başlamış: "Çalıp söyleme merakım küçük yaşlarda başladı. Bulduk dayımın çok güzel sesi vardı. Bir köyde türkü söyledi mi diğer köyde dinlenirdi. Hatta seferberlikte asker kaçaklarını yakalamak için subaylar dayımı yanlarına alır köy köy dolaşırlarmış. Dayıma türkü söylettirip kendileri de pusuya yatarlar ve dayımın sesine dağlardan inen kaçakları yakalarlarmış. Derken, Bulduk Usta beni çok severdi, merakımı görünce beni yanına aldı. Her gittiği yere götürdü. Düğünlerde, bayramlarda, eğlencelerde yanından ayırmayarak ustalarından öğrendiğini bana da öğretirdi. Yedi yıl boyunca onunla çalıştıktan sonra artık tek başıma çalıp söylemeye başladım."
Bu dünyada 71 yıl yoksul, kendi halinde ve sessizce yaşayan Muharrem Ertaş, 1984 yılının 3 Aralık günü yine sessiz bir şekilde vefat etti. Son sözleri, gerisini tamamlayamadığı; "Sazımın emaneti..." oldu.
Bugün oğlu Neşet Ertaş, babasının bütün duygularının kendisine intikal ettiğini ve çaldığı havalardaki etkilerin büyük bir kısmının babasına ait olduğunu söylüyor. Ne mutlu...
cubuguna luleyim
çubuğuna lüleyim yar yüzüne güleyim sen kapıdan geçerken ben başına belayım (le le ibram oy)
oy lele lele ibram oy hey lele lele ibram oy sarılıda yazma kirazdan bakma kurban ben olam gelirim ben birazdan le le le ibram oy
karşıda herk otlanır bu derde kim katlanır ikimizin derdinden havalar bulutlanır
oy lele lele ibram oy hey lele lele ibram oy sarılıda yazma kirazdan bakma kurban ben olam gelirim ben birazdan le le le ibram oy
Kalktı göç eyledi Avşar elleri Ağır ağır giden eller bizimdir Arap atlar yakın eyler ırağı Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız kirmani Taşı deler mızrağımın temreni Hakkımızda devlet etmiş fermanı Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlum yarın kavga kurulur Öter tüfek davlumbazlar vurulur Nice koç yiğitler yere serilir Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Şad olup gülmedim de eller içinde Soldu benim gülüm güller içinde Bir bahtı karalıyım oy kullar içinde Gitti yarim gurbet elden gelmedi
Gurbete gideni de gelmez diyorlar Akar gözyaşları dinmez diyorlar Öksüzler murada ermez diyorlar İşte benim nazlı yarim gelmedi
ÇORABIN ENİNE BAK
ÇORABIN ENİNE BAK DÖNDER DE ALINA BAK BEN AKLINA DÜŞTÜKÇE DE ÇAVUŞUN DAĞINA BAK
ŞÖYLE BÖYLE ŞU YİĞİDE YANMAYIM MI BİN BEŞYÜZE TOPRAKLIDA KALMAYIM MI
ÇORAP MİLİNEN OLUR SEVDA SIRINAN OLUR AÇ KAPIYI NAZLI YAR GÖNÜL BİRİNEN OLUR
ŞÖYLE BÖYLE ŞU YİĞİDE YANMAYIM MI BİN BEŞYÜZE TOPRAKLI'DA KALMAYIM MI
Çekiç ALİ
ACEM KIZI
Çırpınıp da şan Ovaya çıkınca Eğlen şan ovada Gal Acem Gızı Uğrun Uğrun Baş altından bakınca Can Telef ediyor Gül Acem Gızı
Seni Seven Oğlan neylesin malı Yumdukca gözünden döker mercanı Burun fındık ağzı Gahve fincanı Şekermi,şerbetmi bal Acem Gızı
Çekiç Ali*Osman Özdenkçi VİDEO NEŞET ERTAŞ
Çekiç Ali (Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)
Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali... Hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li Çekiç Ali namıyla anılan sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl soyadı da Ersan'dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm ve aciliteden dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan bu lakap o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuş.
O yıllarda İstanbul'da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer. Çekiç Ali'nin haklı itirazına ise, tam bir "şark kurnazlığı" üslubu ile "senin adın Çekiç Ali değil ki, sen Ali Ersan'sın" diyerek güya kendince sahtekarlığına bir kılıf uydurur. Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında maruf ve meşhur olan Çekiç Ali ismini hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni adı "Ali Çekiç" olur. Evet, Kaman'ın Meşe köyünden Ali Ersan'ın "Kırşehirli Çekiç Ali" olmasının kısa hikayesi böyle...
Tabi hikayenin özü, "Kırşehirli Çekiç Ali'yi Kırşehir türkü ve bozlaklarının usta sanatçısı" haline getiren o uzun, çileli ve yorucu hayatın ayrıntılarında gizli. Şöyle yürek sızlatan bir saza sahip olmanın henüz hayal olduğu günlerde "tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp söylemeye başladığı yıllardan itibaren bu hayat gerçekten o kadar yorucu ve sıkıntılarla doludur ki, Çekiç Ali'nin o hassas ve ince kalbi bütün bunlara öyle çok uzun bir süre dayanamayacak ve henüz otuz beş yaşında ilk ciddi uyarışını yapacaktır.
Hacı Taşan'dan dört yıl sonra, Neşet Ertaş'tan ise dört yıl önce dünyaya gelen Çekiç Ali, 1973 yılının yazında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde kalbinden ameliyat olur ve bu ameliyattan iki yıl sonra geçirdiği beyin felci onu aramızdan ayırır. Bir sanatçı için henüz olgunluk döneminin başları sayılabilecek kırk bir yaşında 13 Eylül 1973'de hayata gözlerini yuman Çekiç Ali, kıvrak, atak sazı; içli ve yanık sesi ile söylediği türkülerle elbette gönlümüzde yaşamaya devam edecektir. Bu kadar kısa bir hayata bunca türküyü, bozlağı sığdırmak bir tarafa, ancak ayda yılda bir, bir kaç türküsünün yayınlandığı devlet radyosu ve belli sayıda basılmış 45'likler dışında hiç bir imkanın olmadığı yıllarda "meşhur ve usta sanatçı Çekiç Ali" olarak isim yapmak pek de kolay olmasa gerek.
Çekiç Ali, bu seriden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan ustaların albüm metinlerinde de söylediğimiz gibi, ekmeğini yöre düğünlerinde saz çalıp türkü söyleyerek kazanan abdal aşiretine mensup bir sanatçı olarak, Orta Anadolu abdal müziği geleneğinin önemli halkalarından birini teşkil eder. Bu, Muharrem Ertaş Okulu'nun Hacı Taşan'la birlikte en yetkin temsilcisi sıfatıyla Çekiç Ali'ye haklı bir ün kazandırır.
Gerçi Çekiç Ali'nin, bir Hacı Taşan gibi Muharrem Usta'nın dizinin dibine oturarak birlikte bozlaklar, türküler meşk etmişliği, birlikte düğün dernek kurmuşluğu yok ama, 1980'li yıllara kadar, "yaşayan en büyük Abdal"sıfatıyla Muharrem Usta'nın manen tesirinde kalmamış, onun çalıp söylediğinden etkilenmemiş aşiret mensubu sanatçı bulmak hemen hemen imkansız. Ayrıca bir akrabalık da söz konusu ve Muharrem Ertaş, Çekiç Ali'nin eşi Fatma Hanımın dayısı. Muharrem Ertaş, "ustaların ustası" diyebileceğimiz Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Usta'dan tevarüs ettiği geleneğin o kadar güçlü bir temsilcisidir ki gah bir silah gibi patlayan, gah bir gök gürlemesi gibi uğuldayan o parlak ve tiz sesini dinleyip de etkisinde kalmamak elbette mümkün değil
Çekiç Ali de, her gerçek sanatçıda gördüğümüz gibi, bu etkiyi kendi iç dünyasında yoğurarak kişisel zevk ve üslup süzgecinden geçirmiş ve ustasını taklit etmeyen, ama ondan aldığı ilhamla yeni bir zevk ve güzellik peşinde olan bir sanatçı portresi ortaya koymuştur. Bu portre oldukça başarılı ve pek çok yönden de orijinal bir sentezdir aynı zamanda.
Çekiç Ali'nin sanatının, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'la olan benzerlik ve farklılıklarının neler olduğuna da kısaca değinmekte fayda var. Zira uzaktan ve genel bir bakışla birbirlerine çok benzer gibi görünen bu sanatçıların bu sanatçıların birbirleriyle olan benzerlikleri ve farklılıkları aslında oldukça önemli ve/ fakat uzun bir bahistir. Önemlidir; çünkü bizde müzik, özellikle halk müziği alanında, bu anlamda bir üslup tahlili bugüne kadar yapılmadığı için, farklılıklar, nüanslar ve incelikler üzerine kurulu bir sanat olan müziği gerçek boyutları ile kavramakta zorlanıyoruz.
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'ta ayrı ayrı karşımıza çıkan bazı özelliklerin belli ölçülerde Çekiç Ali'de bir arada bulunduğunu görüyoruz. Onda bir Muharrem Ustadaki heybeti, Hacı Taşan'daki sanatsal derinliği ve Neşet Ertaş'daki yaratıcı yeteneği bekli bulamayabiliriz, fakat Çekiç Ali'yi farklı ve kendine has kılan özelliklerine baktığımızda şunları görürüz : Onun sesi, kelimenin tam anlamıyla lirik, duygulu ve yanık bir sestir. Çok yumuşak bir gırtlağı vardır ve yöre müzisyenlerinin hepsinde karşımıza çıkan ses çarpmaları, orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve triller, kelimenin telaffuz ve vurgularındaki hususilik Çekiç Ali'de en rafine şekliyle karşımız çıkar.
Fakat onun asıl orijinal yönü, saz çalma teknik ve üslubunda kendini gösterir. Çekiç Ali'nin sazından bazen uda, bazen cümbüşe benzer sesler duyarız ve teller üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi uçuştuğunu hissederiz. Çekiç Ali'nin 1960'lı yıllarda, Bayram Aracı ile birlikte son derece seri ve hızlı bağlama çalmayı yaygınlaştıran sanatçılardan biri olduğunu da söyleyelim. Bu tavır ve edanın özellikle oğlu Aydın Çekiç'te devam ettiğini görüyoruz. Aydın Çekiç, sesi ve bağlaması ile Kırşehir yöresi türkü ve havalarının günümüzdeki başarılı icracılarından biri olarak sanatını sürdürmektedir.
Çekiç Ali de, ustası Muharrem Ertaş, arkadaşı merhum Hacı Taşan ve üstad Neşet Ertaş gibi çok küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak giderek meslekte kendini yetiştirmiştir. Neşet Ertaş, babası olmadan tek başına düğün çalmaya ilk olarak Çekiç Ali'nin yanında gittiğini söylüyor. Yöresel tabirle düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için yegane meslek, meşguliyet ve aynı zamanda da iyi bir rızık kapısı olduğunu söyleyelim.
Düğün çalmanın dışında, yöre folklorik oyunları ve müzikleriyle de ilgilenen Çekiç Ali'nin 1969 yılında İstanbul'da düzenlenen ulusal bir yarışmada ekibine kazandırdığı bir de birincilik var. Özel bir bankanın düzenlediği 9.Halk Oyunları Festivali'ne katılan Kırşehir halk oyunları ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardır ve birinciliği Kırşehir ekibi kazanır. Bu başarıda şüphesiz Kırşehir halay ve oyunlarının güzelliği yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla icra eden Çekiç Ali'nin bireysel katkısını göz ardı etmemek gerek.
Çekiç Ali, mektep medrese görmemiş, doğuştan getirdiği Allah vergisi sanatçılık yeteneğini uygun şartlarda ve ortamlarda geliştirerek kendi kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağına mensup bir sanatçıdır. Bu geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu toplumun neşesini, hüznünü, ağıdını, oyununu, eğlencesini dile getirmiştir. Bunu da sanat yapmak için değil, çalıp okumayı tabii bir hayat tarzı olarak benimsediği için yapmıştır. Tabiilik (doğallık) ve kendiliğindenlik (spontane), Çekiç Ali'nin üslubunun en belirgin iki özelliği sayılabilir.
Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Usta olmak üzere Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atar.
Sazını sesine, sesini de sazına öylesine yakınlaştırır ki, sazla sesin birlikteliği ve iç içeliği oldukça etkileyici bir müzik dili ortaya çıkarır. Söyler gibi çalan, çalar gibi söyleyen bir üslup... Çekiç Ali bağlamayı Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan'dan biraz farklı bir stilde ve karar sesini klavyedeki ikinci oktav "re perdesi" ne taşıyarak çalar. Muharrem Ertaş'ın sürekli, Hacı Taşan'ın ise zaman zaman yaptığı boş alt teli (la perdesi) karar sesi kabul eden icra şekli yerine " re üzeri" icrayı tercih etmiştir. Neşet Ertaş'ın da -daha çok Bayram Aracı'dan hareketle- bu tarzı benimsemesi ile, "bozuk düzen bağlama" da (la-re-sol) "re üzeri" icra büyük bir yaygınlık kazanır. Yöre tavrının icrasına ve acilite göstermeye daha uygun gelebilecek bu tarz, aslında sanatçıya sunduğu ses alanı itibariyle öbürüne göre daha sınırlı imkanlara sahip olmasına rağmen, bugün yöre sanatçılarının bu tarz icrayı benimsemiş durumdalar.
Çekiç Ali'nin repertuarının önemli ölçüde anonim türkü ve ağıtlardan oluştuğunu görüyoruz. Sözleri kendisine ait hemen hemen hiçbir türküsü olmadığı gibi, kendisinin "havalandırdığı / müziklendirdiği" bir eseri de yoktur bilindiği kadarı ile. Bu tesbitin Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan için de geçerli olduğunu söyleyelim. Aslında Neşet Ertaş bu alanda da bir çığır açarak klasik türkü ve bozlak formunda sayısız eserin söz ve müziklerine imza atmış bir sanatçıdır.
Çekiç Ali'nin okuduğu türkülerin bazıları (Acem Kızı, Aziziye gibi) yöre müzik kültürünün ağırlıklı karakteristik ezgileri olmakla beraber, çoğu da oyun türküleri ve oyun havalarından oluşmakta. Ağıtlar ise, yörede yaşanmış acılı, trajik olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerin yanı sıra, en çok da Toklumenli Aşık Said'in (1835-1910) ve Aşık Said'in oğlu Aşık Seyfullah'ın (1896-1968) şiirleri üzerine söylenmiş ağıt / bozlaklardan ibaret. Kızılırmak, Doğar Yaz Ayları, Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele vb. bozlaklar bunlardan bazıları.
Muharrem Ertaş Okulu'nun üç önemli isimlerinden biri olan rahmetli Çekiç Ali'yi de böylesine derli toplu bir şekilde ilk defa müzik kamuoyuna takdim eden elinizdeki bu albüm ile, elbette başta büyük usta Muharrem Ertaş olmak üzere, "bozlak" geleneğinin çağımızdaki üç büyük ustasını ( Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Neşet Ertaş) tüm Türk ve dünya müzikoloji ve etnomüzikoloji çevrelerine tanıtmış bulunuyoruz. Yalnız bir noktayı önemle vurgulamak isterim: Geleneksel kapalı toplum yapılarını mümkün olduğunca korumaya çalışarak herkesle dost ve kardeşce yaşamayı sürdüren ülkemizin çeşitli yörelerindeki abdal aşiretleri, müzik itibariyle öyle zengin bir potansiyele sahipler ki bu zenginliğin ülke müzik ve kültür birikimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor.
Bu sanatçılar, Orta Asya kökenli ozanlık / bahşılık geleneğinin -Anadolu topraklarındaki tarihi, sosyal ve kültürel ilişkilerin şekillendirdiği yeni tarz ve üsluplarıyla- çağımızdaki en özgün temsilcisidir aynı zamanda.
Bu ekolü günümüzde amatör ya da profesyonel olarak sürdüren o kadar çok sanatçı var ki, isimlerini altalta sıralamak bile sayfalar tutabilir. Tabi bu sanatçılardan yarınlara kimler kalacaktır, şimdiden söylemek mümkün değil. Ancak şu kadarını söyleyelim ; bu öylesine gür ve gümrah bir damar ki, her geçen gün biraz daha gelişip serpilerek Anadolu Türk Müzik Kültürü içindeki ağırlıklı yerini korumaya devam etmektedir. Elbette değişen ve artan dozlarda yozlaşmayı, dejenerasyonu ve başkalaşmayı da bünyesinde taşıyarak.
ı-rafa goydum narı
ırafa goydum narı ağlarım zarı zarı küstürdüm de yolladım ireyhan boylu yari
yar yandan,yandan,yandan,yandan severim seni candan iki can bir sevilmez ya ondan geç ya benden
ıraftaki siniler hasta olan iniler yari gurbett'olanın kulakları çiniler
yar yandan,yandan,yandan,yandan severim seni candan iki can bir sevilmez ya ondan geç ya benden

DERVİŞ YUNUS DELİ DEVRE SÖYLERSİN YARIN BİR MOLLA KASIM GELİR SİGAYA ÇEKER. Ünlü Mutasavvıf YUNUS EMRE
Hayatı ve Şiirleri
13'üncü yüzyılın ortalarına doğru Moğol istilası ve Selçuklu Devleti'nin yıkıldığı dönemde yaşadığı sanılıyor. Bu dönemin sarsıntı ve acıları Yunus'un eserlerinde derin izler bıraktı. Babasının adı İsmail. Medrese eğitimi gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. İran ve Yunan mitolojisiyle, tasavvuf tarihini inceledi. Hacı Bektaş ya da Sinan Ata'nın halifesi Taptuk Emre'nin dergahında hizmet etti. Taptuk Emre'nin düşüncelerini yaymak için Anadolu'yu dolaştı. Kırşehir Aksaray arası sarıköyde doğdu ve yaşadı . Tasavvuf yorumunu benimseyen Yunus Emre'nin keskin bir gözlem gücü, derin bir hoşgörü anlayışı var. Şiirlerini hece ölçüyle yazdı. Ama aruz denemelerine de yer verdi. Hece ölçüseyle yazdığı dörtlüklerin yanısıra yine hece ile beyitler ve gazeller de yazdı. Dili arı Türkçe değil. Yer yer Arapça ve Farsça tamlamalar kullandı. Sağlığında düzenlediği divanı bulunamadı. Günümüzdeki divanları derlemedir.
AH NİDEYİM ÖMRÜM SENİ
Yok yere geçirdim günü
Ah nideyim ömrüm seni
Seninle olmadım gani
Ah nideyim ömrüm seni
Geldim ve geçtim bilmedim
Ağlayıp güssa yemedim
Senden ayrılam demedim
Ah nideyim ömrüm seni
Hayrım şerim yazılacak
Ömrüm ipi üzülecek
Suret benden bozulacak
Ah nideyim ömrüm seni
Gidip geri gelmiyesin
Gelip beni bulmayasın
Bu benliğe sermayesin
Ah nideyim ömrüm seni
Hani sana güvendiğim
Guveniben yuvandığım
Kaldı külli kazandığım
Ah nideyim ömrüm seni
Miskin Yunus gideceksin
Acep sefer edeceksin
Hasret ile kalacaksın
Ah nideyim ömrüm seni
ŞOL CENNETİN IRMAKLARI
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış islam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu
Aydan aydındır yüzleri
Şekerden tatlı sozleri
Cennette huri kızları
Gezer Allah deyu deyu
Yunus Emre var yarına
Koma bugünü yarına
Yarin Hakk'ın divanına
Çıkam Allah deyu deyu
İLİM KENDİN BİLMEKTİR
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere yelmektir
Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Ma'nisi ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
NİÇİN AĞLARSIN BÜLBÜL HEY
Sen burda garip mi geldin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Yorulup iz mi yanıldın
Niçin ağlarsın bülbül hey
Karlı dağlardan mı aştın
Derin ırmaklar mı geçtin
Yârinden ayrı mı düştün
Niçin ağlarsın bülbül hey
Hey, ne yavuz inilersin
Benim derdim yenilersin
Dostu görmek mi dilersin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Kal'alı şehir mi yıkıldı
Ya nam-u arın mi kaldı
Gurbette yârin mi kaldı
Niçin ağlarsın bülbül hey
Gulistanlarda yaylarsın
Taze gülleri yeğlersin
Yavlak zarılık eylersin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Uykudan gözüm uyandı
Uyandı kana boyandı
Yandı sol yüreğim yandı
Niçin ağlarsın bülbül hey
N'oldu şu Yunus'a n'oldu
Aşkın deryasına daldı
Yine baharistan oldu
Niçin ağlarsın bülbül hey
GELİN EY KARDEŞLER
Gelin ey kardeşler gelin
Bu menzil uzağa benzer
Nazar kıldım şu dünyaya
Kurulmuş tuzağa benzer
Bir pirin eteğin tuttum
"Ana beni" deyip gittim
Nice yüzbin günah ettim
Her biri de bir dağa benzer
Çağla Derviş Yunus çağla
Sen özünü Hakk'a bağla
Ağlar isen haline ağla
Erdem vefa yoğa benzer
ŞÖYLE GARİP BENCİLEYİN
Acep şu yerde varm'ola
Şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı
Şöyle garip bencileyin
Gezdim urum ile şamı
Yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım
Şöyle garip bencileyin
Kimseler garip olmasın
Hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler duymasın
Şöyle garip bencileyin
Söyler dilim ağlar gözüm
Gariplere göynür özüm
Meğer ki gökte yıldızım
Şöyle garip bencileyin
Nice bu dert ile yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde bulam
Şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Hey Emre'm Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin
GÖNÜL ARZULAR SENİ
Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hakk nasip eylese görsem yüzünü
Ey sevdiğim gönül arzular seni
Yitirdim o dostu bilmem ne yanda
Sevgisi gönülde muhabbet canda
Yarın mahşer günü ulu divanda
Ey sevdiğim gönül arzular seni
Yunus senin methin eder dillerde
Sevilirsin bütün bu gönüllerde
Ağlayı ağlayı gurbet ellerde
Ey sevdiğim gönül arzular seni
GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ
Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne deliyem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
Gah eserim yeller gibi
Gah tozarım yollar gibi
Gah akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi
Akar suların çağlarım
Dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım
Gel gör beni aşk neyledi
Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi
Ben yürürüm ilden ile
Şeyh anarım dilden dile
Gurbette halım kim bile
Gel gör beni aşk neyledi
Mecnun oluban yürürüm
O yâri düşte görürüm
Uyanıp melül olurum
Gel gör beni aşk neyledi
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost elinde avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
ÇEKE GELDİ ÇEKE GİDER
Aşkın odu ciğerimi
Yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı
Çeke geldi çeke gider
Kâr etti firak canıma
Aşık oldum cananıma
As zencirin dost boynuma
Taka geldi taka gider
Sadıklar durur sözüne
Gayri görünmez gözüne
Bu gözlerim dost yüzüne
Baka geldi baka gider
Bülbül eder ah-ü figan
Hasret ile yandı bu can
Benim gönülcüğüm ey can
Hakk'a geldi Hakk'a gider
Arada olmasın asi
Onulmaz bağrımın başı
Gözlerimin kanlı yaşı
Aka geldi aka gider
Miskin Yunus'un sözleri
Efgan eder bülbülleri
Dost bahçesinin gülleri
Koka geldi koka gider
GEL GİDELİM DOSTA GÖNÜL
Bir karardan durmayalım
Gel gidelim dosta gönül
Hasretinden yanmayalım
Gel gidelim dosta gönül
Kılavuz ol gönül bana
Gel gidelim yârdan yana
Canım kurbandır canana
Gel gidelim dosta gönül
Kara haberin almadan
Can bedenden ayrılmadan
Azrail bizi bulmadan
Gel gidelim dosta gönül
Gerçek murada varalım
Yârin hatırın soralım
Yunus Emre'yi alalım
Gel gidelim dosta gönül
KALANLARA SELAM OLSUN
Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun
Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir aşan vech-ile
Yunanlara selam olsun
Azrail alır canımız
Kurur damarda kanımız
Yuyacağın kefenimiz
Saranlara selam olsun
Sala verile kasdimize
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun
Dünyaya gelenler gider
Hergiz gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsun
Miskin Yunus söyler sözün
Yaş doldurmuş iki gözün
Bizi bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun
DURUN DURUN AŞKA SELA
Divaneler divaneler
Durun durun aşka sela
Aşk esriği mestaneler
Durun durun aşka sela
Mest-i elestler kandaksız
Mestane mestler kanatsız
Saki duruptur çanaksız
Durun durun aşka sela
Merdaneler merdaneler
Erlik demi bu gündürür
Baş verüben can terkini
Vurun vurun aşka sela
Ey nice hamle idelim
İşbu fenadan gidelim
Binin binin şevk atalım
Sürün sürün aşka sela
Muhabbet yoluna girip
Aşktan dava kılan kişi
Tan eylemiş aşıklara
Görün görün aşka sela
Akıl ne bilir aşkı kim
Mağrur oluptur aklına
Aşkı bu gün bu Yunus'a
Sorun sorun aşka sela
AŞKIN ALDI BENDEN BENİ
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar öldürür aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem Mecnun olup yola düşem
Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni
Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler kulum göğe savuralar
Toprağım anda çağırır bana seni gerek seni
Cennet dedikleri ne ki bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları bana seni gerek seni
Yunus-durur benim adım gün geçtikce artar ödüm
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni
ELHAMDÜLİLLAH
Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah
Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah
Şol karşıki dağları meşeleri bağları
Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah
Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk
Birbirmize eş olduk uçtuk elhamdulillah
Vardığımız illere şol safa gönüllere
Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi estik elhamdulillah
İndik Rum'u kışladık çok hayır şer işledik
Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah
Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk
Artık denize dolduk taştık elhamdulillah
Taptuğun tapusuna kul olduk kapusuna
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah
DOLAP NİÇİN İNİLERSİN
Dolap niçin inilersin
Derdim vardır inilerim
Ben Mevlaya aşık oldum
Anın için inilerim
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş çalap
Derdim vardır inilerim
Beni bir dağda buldular
Kolum kanadım yoldular
Dolaba layık gördüler
Derdim var inilerim
Ben bir dağın ağacıyım
Ne tatlıyım ne acıyım
Ben mevlaya duacıyım
Derdim vardır inilerim
Dağdan kestiler hezenim
Bozuldu türlü düzenim
Ben bir usanmaz ozanım
Derdim var inilerim
Dülgerler her yanım yondu
Her azam yerine kondu
Bu iniltim Haktan geldi
Derdim vardır inilerim
Suyum alçaktan çekerim
Dönüp yükseğe dökerim
Görün ben neler çekerim
Derdim vardır inilerim
Yunus bunda gelen gülmez
Kişi muradına ermez
Bu fanide kimse kalmaz
Derdim var inilerim
|
|
BUGÜNAYIN IŞIĞI VİDEO

MAVİLLİM MAVİŞELİM
Mavillim Mavişelim Tenhada buluşalım Kurban olduğum Allah Tez Gönder Kavuşalım
Mavillim Herg Ediyo Hergini Terk ediyo Hergin Başını yesin Yarim elden gidiyor
Mavillim Kalk Gidelim Feneri Yak gidelim Bizimle gelen olmaz Sılayı terk edelim
Keskinli Hacı Taşan
BUGÜN AYIN IŞIĞI
Bugün ayın ışığı Elinde bal kaşığı Yine nerden geliyon Mahlenin yakışığı
Vay nerdesin nerdesin Kaldır yüzün perdesin Diyeceğim çok amma Pek kalaba yerdesin
Kara poşuna kurban Çatık kaşına kurban Yalınız sana değil Arkadaşına kurban
Vay vay vay pambuğum Edasına yandığım Seni hasta dediler Ey oldun mu sevdiğim
Karşıdan geçti gelin Elinde testi gelin Gitme bir yol göreyim Gençliğim geçti gelin
Vay ne olur ne olur Sevda sırınan olur Göz alemi gezer de Gönül birinen olur
Hacı TAŞAN
HACI TAŞAN "Türkü Yozgat'da doğar, Kırşehir'de oyun havası olur, Keskin'de elenir."
Keskin'deki folklorik oluşum ve Keskin türkülerinin anonimleşme sürecindeki farklı ve ağırlıklı yerini vurgulayan bu söz, bir bakıma birbiriyle komşu bu üç yörenin karekteristik özelliklerine de işaret eder. Gerçekten de merhum Nida Tüfekçi ile en güçlü temsilcisine kavuşan "Sürmeliler" diyarı Yozgat'ın kültürel kaynak zenginliğine, Neşet Ertaş'la en rafine yorumcusuna kavuşan Kırşehir türkülerinin canlı ve dinamik yapısına biraz yakından baktığımızda, Keskin türkülerindeki durulmuş lirizmi hemen farkederiz. İcra tavır ve üslubu yönünden Yozgat türkülerine, müzikal yapı ve form itibariyle Kırşehir türkülerine yakın duran Keskin havalarının, her iki yöre türkülerinin elekten geçirilerek adeta yeni bir senteze tabi tutulduğu ağırbaşlı, klasik ezgiler olduğunu söylemek mümkün. İşte Hacı Taşan bu seçkin türküleri, halayları çalıp okuyan bir sanatçı olarak Keskin folklor musikisinde büyük ağırlığa sahip hemen hemen tek sanatçıdır. Tabii Keskin havaları üzerine yapılacak tüm estetik ve yapısal açıklamalar, bir anlamda Hacı Taşan'ın sanatını tahlil anlamına da gelecektir. Çünkü Keskin türküleri onunla gelmiş geçmiş en usta yorumcusuna kavuştuğu gibi, Hacı Taşan'ın ismi, sanatçı yeteneklerini sonunda kadar kullandığı o güzelim Keskin türküleriyle adeta özdeşleşmiştir.
Evet "Keskinli mahalli sanatçı Hacı Taşan"ı ülke genelinde tanınan bir sanatçı yapan kültürel ve müzikal ortama şimdi biraz yakından bakalım.
1930'da doğan Taşan, aslen Kırtıllar köyünden. Kırtıllar o yıllarda "abdal" aşiretinin en yoğun olarak yaşadığı köylerden biri. Büyük bozlak ustası Muharrem Ertaş da buralı ve Neşet Ertaş'ın da doğum yeri Kırtıllar. Bu yoksul köyün toprakları hiçbir zaman insanlarını varlıklı kılmaz, fakat dünyanın en zengin nağmelerini içeren, en içli, en yanık türkülere can verir. Bozkırın ortasındaki bu fukara köy, Anadolu halk müzikleri içerisinde en orjinal renk ve anlatıma sahip bir tür "Anadolu blues"u olarak nitelendirilebilecek bir müziğe, abdal/aşiret müziğine kaynaklık eder.
Bugün artık terkedilmiş metruk bir köy görünümündeki Kırtıllar'ı, başta ekmek parası derdi olmak üzere, çeşitli sebeplerle zaman içinde herkes terk eder. Hacı Taşan'ın babası Abdullah Çavuş'da o yıllarda Hacelobası'ndan evlendiği için oraya göçer. Bağlamayı çok seven bir ana ile, yörenin ünlü davulcularından olan Abdullah Çavuş'un dört çocuğundan biri olan Hacı Taşan, oniki yaşlarında başlar saz çalmaya. Babası, o zamanlar yörenin en namlı ustalarından olan Yusuf Usta'ya iyi bir saz yaptırır ve tutar elinden küçük Hacı'nın, o günlerde Seyfeli(daha sonra Barak) köyünde oturan üstad Muharrem Ertaş'a çırak verir. Ve böylece Hacı Taşan, bu müziğin tek ve en etkili eğitim/öğretim şekli olan bir ustanın yanında çıraklığa başlar.
Muharrem Ertaş'ın çırağı
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan'ı yanına alarak bugün hala bu müziğin hem öğrenildiği hem de en çok icra edildiği mekanlar olan düğünlere götürür. "Düğün çalgıcılığı" onlar için çoğu zaman tek ve en önemli meslektir. Yeri gelmişken önemli bir konuyu bir cümleye vurgulamakta yarar var: Çoğu zaman bu düğünlerdeki aşırı içki ve sefahat ortamı bu insanların ruhen ve bedenen hızla yıpranmalarına ve dolayısıyla genç yaşlarda ölüme sebep olmakta. Merhum Hacı Taşan 1983'te vefat ettiğinde 53 yaşında idi. Bu geleneğin bir başka usta sanatçısı merhum Çekiç Ali 39 yaşında vefat etti. Bunun özellikle "ustalar" arasında adeta bir kader gibi benimsendiğini tesbit ettiğimizi belirtelim. (Abdal aşireti ve bozlaklar konusunda daha geniş için Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nde yayınlanan "Kalktı göç eyledi"adlı Muharrem Ertaş albümünün kitapçığına bakılabilir.)
1970 'lerden sonra önce radyo ve plak, daha sonra da televizyon ve kaset gibi kitle iletişim araçlarını kullanarak daha geniş bir pazara seslenme imkanına kavuşan yöre sanatçıları, yine de düğünlerde çalmayı hiçbir zaman bırakmamışlardır. Bu, şüphesiz aynı zamanda arz -talep konusu.
Ve böylece zaman içinde kendiliğinden oluşan o çok büyük mahalli şöhretin dar kalıplarını kırarak geniş kitlelere ulaşan, hatta tüm Türkiye'ye seslenen, o yöreye mensup ilk mahalli sanatçı merhum Hacı Taşan olmuştur. Bunun hikayesini kendisinden dinleyelim: "Askerliğimi 1950'de İstanbul Maçka'da yaptım. Askere gitmeden önce çalıp söylemede bir hayli ustalaşmıştım. O sıralar rahmetli Muzaffer Sarısözen yurdun her tarafını gezip türkü derliyordu. Bir gün çıkıp Keskin'e geldi. Bizi Halkevi binasında topladı, o günlerde yayınladığı Folklor Saati'nde yer vermek üzere seçme yapacağını söyledi. Keskin'de bir hafta kalarak birçok mahalli sanatçıdan derlemeler yaptı. Daha sonra seslerimizi radyoda yayınladı. Radyo ile ilişkim ilk böyle başladı. Sarısözen bizi daha sonra zaman zaman Ankara'ya radyoya davet ederek çalıp söyletti. Sarısözen'den sonra Nida Tüfekçi, Mustaf Geceyatmaz ve Ali Can'larla tanıştım ve radyoda programlar yaptım."
Neşet Ertaş'ın elinde sazı ile "radyoevine çıkmak" için ilk defa Ankara'ya gelişi de bu olaydan sonradır: "Baktım bir gün radyoda Hacı emmim türkü söylüyor. Babam Muharrem ustadan bellediği bir bozlak bu: 'Aman aşağıdan Yusuf Paşam gelirken gelirken / Düşmanına karşı koyan merd olur...' öyle bir heyecanlandım ki, yerimde duramadım. 'Ben de gidip radyoya çıkacağım' dedim. 'Madem Hacı emmimin söyledikleri radyoda çalınacak kadar kıymetli, o zaman benim okuyacaklarımı da yayınlarlar' diyerek elimde saz, Ankara'ya, Sarısözen'in yanına geldim..."tabii Neşet Ertaş daha sonra, Hacı Taşan'la birlikte, radyoda en sık program yapan mahalli sanatçılardan biridir artık.
Eserleri :
Hacı Taşan'ın repertuar itibarıyla yöresinin dışına pek çıkmadığını görüyoruz. Başta Keskin olmak üzere, Yozgat, Kırıkkale, Kırşehir, Kaman ve Şereflikoçhisar gibi yerlerde dolaşmış, buraların bozlak ve halay havalarını, türkülerini kendine has bir üslupla çalıp söylemiştir.
Son yıllarında, Pir Sultan Abdal, Deli Boran, Seyit Süleyman, Derviş Ali ve Dertli gibi halk şairlerinin şiirlerini çeşitli formlarda ezgilendiğini görüyoruz. Gerek sözleri bu ünlü halk şairlerinin şiirlerine ait eserler, gerekse anonim karakterdeki diğer eserlerine baktığımız zaman Hacı Taşan'ın repertuarını form ve içerik yönünden üç ana grupta toplamak mümkün:
Bütün ahbaplar ansın adını Anlayan alırdı onun tadını Emmisi, dayısı, garip kadını Döşeyin evleri Hacı geliyor Bir garip ölümü acı geliyor
Hizmet için nice dağlar aşanı Keskin'li bilirler Hacı Taşan'ı Bunca hizmetleri hani, boşa mı Açılsın meydanlar Taşan geliyor İnsan hizmetine koşan geliyor
Var mıdır insandan daha üstünü Bir bilirdi düşmanını dostunu Diksinler Keskin'e onun büstünü Açılsın meydanlar Hacı geliyor Bir garip ölümü acı geliyor
Anam Keskinlidir, babam Kırşehir Gönülden geldi de eyledim kahır Saygım var insana evveli ahir Açılsın meydanlar taşan geliyor İnsan hizmetine koşan geliyor
DADALOĞLU
Görünür (Koşma)
Çıktım yücesine seyran eyledim Cebel önü çayır çimen görünür Bir firkat geldi de coştum ağladım Al yeşil bahçeli Kaman görünür.
Şaştım hey Allah'ım ben de şaştım Devrettim Akdağ'ı Bozok'a düştüm Yozgat'ın üstünde bir ateş seçtim Yanar oylum oylum duman görünür.
Biter Kırşehir'in gülleri biter Çığrışır dalında bülbüller öter Ufacık güzeller hep yeni yeter Güzelin kaşından keman görünür.
Gönül arzuladı Niğde'yi Bor'u Gün günden artmakta yiğidin zarı Çifte bedestanlı koca Kayseri Erciyes karşısında yaman görünür.
Dadaloğlu;m da der zâtından zâtı Çekin eyerleyin gökçe kır atı Göçmek değil bizim ilin muradı Ak yare gitmemiz güman görünür
Dadaloğlu
1785 - 1868
Dadaloğlu, Osmanlı Devleti'nin Anadolu Türkmenlerini iskan politikasına tepki olarak doğmuş isyanlarda yer aldığı anlaşılan tanınmış bir halk ozanıdır. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklardan 1785-1868 olarak belirlenmiştir. Başka bir deyişle, Dadaloğlu’nun 18.yy’ın son çeyreğinde doğup 19.yy’ın ortalarında öldüğü bilinmektedir. Güney illerinde dolaşan Türkmen topluluklarından Avşar boyundandır.
Yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır.Dadaloğlu Anadolu'nun halk şiiri geleneğine damgasını vurmuş bir sanatçıdır aynı zamanda.
Osmanlı Devleti'nin göçebe Türkmen aşiretlerini toprağa yerleştirmek için verdiği uğraş, yer yer baş kaldırılara ve küçük çaplı savaşlara neden olmuştur. Dadaloğlu'nun şiirleri yerleşik yaşama geçmek isteyen Türkmen aşiretlerinin bir çığlığı sözlü bir tarihi sayılır.
Asıl adı Veli. Türkmen-Avşar aşıklarının önde gelenlerinden. Kul Mustafa mahlasını da kullanan Aşık Musa’nın oğlu. Toros dağlarında Kozan, Erzin, Payas yörelerinde yaşayan göçebe Türkmenlerin Avşar boyundan. Az da olsa eğitim aldı. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile Kozanoğlu’nun yanında imamlık, katiplik yaptığı anlatılır ama bu konuda yeterli bilgi yok. Daha çok Gavurdağı ve Ahır Dağı yörelerinde yaşadı. Çukurova'yı, Toroslar'ı, Orta Anadolu'yu dolaştı. Şiirlerinde göçerlik koşullarını, döneminde orta Anadolu’da hüküm süren aşiret kavgaları ve aşiretlerin Osmanlı Devleti ile savaşlarını duru ve yalın bir dille yansıttı. Dili Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesi.
Asıl ününü kavga türküleri ile yaptı ama duygu ve aşk konularını da aynı başarıyla işledi. Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze ulaştı. Bu derlemeleri Cahit Öztelli, Taha Toros, Haşim Nezihi Okay, Ahmet Z. Özdemir ile Saim Sakaoğlu yayınladı. Diğer 19'uncu Yüzyıl halk ozanlarından iki noktada ayrılır. Kent yaşamından uzak kaldığı için şiirlerinde hep göçerlik ortamını yansıttı. Diğer yandan yine kentte bulunmayışı nedeniyle çağdaşı halk ozanlarında sık rastlanan divan şiirine yakınlık onda hiç görülmez. Karacaoğlan'ın aşk ve doğa şiirlerindeki üstün yeteneği ile, Köroğlu'nun yiğit ve kavgacı anlatımını birleştirir.Son günlerinde Çiçekdağına gelmiş oradan Kırşehir'in Kaman ilçesinde gelerek hayatını burada tamamlamıştır.Mezarı Kaman ilçesindedir.Şiirlerinde Kaman,Çiçekdağ,kırşehir ve Bozok dan sık bahseder.
Yürü Yiğit Yürü Yol İlen Yürü
Yürü yiğit yürü yol ilen yürü Ağustosta erir dağların karı Gayet güzel olsa yiğidin yârı O yiğit yanına nazınan gelir
Yürü yiğit yürü yolundan kalma Her yüze güleni dost olur sanma Ölümden korkup da sen geri durma Yiğidin alnına yazılan gelir
Sana derim sana ey kınalı taş Çözümden akıttım kanlar ile yaş Göllerde oynayan iki yeşil baş Göllerin safası kazınan gelir
Misis köprüsünde kollarım bağlı Ayrılık elinden ciğerim dağlı Göksun'a varınca Bayazıtoğlu Sana gelen beyler sözinen gelir
Dadaloğlu'm der kollarım bazılı Atım gök kır attır yanım tazılı Gelir koyunları yanı kuzulu Karışmış sağmalı yozunan gelir
Dadaloğlu
Yüce Dağ Başında Kamber Tay Olur
Yüce Dağ Başında Kamber Tay Olur Korkarım Ki Emeklerim Zay'olur Sevda Sevda Derler Üç Beş Ay Olur Bizim Sevda Senesini Doldurur
Arkını Yaptım Da Suyu Akmıyor Kahpe Felek Hiç Yüzüme Bakmıyor Çok Yuva Bekledim Cücük Çıkmıyor Boş Yuva Bekleyen Yoz Kuşa Döndüm
Şu Felekle Bir Oyuncak Oynadım Oynadım Da Oyunumda Yenildim Farzını Kıldım Sünnetinde Yanıldım Beş Vakit Namazı Kılmışa Döndüm
Der Dadaloğlum Da Nedip N'etmeli Sözlerimi Birem Birem Tutmalı Mirasçıya Kalacak Malı N'etmeli Üç Beş Oğlan Olmadıktan Geru
Dadaloğlu
SEVERİM KIR ATI BİR DE GÜZELİ
Şu yalan dünyaya geldim geleli Severim kır atı bir de güzeli Değip onbeşime kendim bileli Severim kır atı bir de güzeli
Atın beli kısa boynu uzunu Kuru suratlısı elma cözünü Kızın iplik iplik süt beyazını Severim kır atı bir de güzeli
Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü Kalem kulaklısı çekiç başlısı Güzelin dal boylu samur saçlısı Severim kır atı bir de güzeli
At koşu tutmalı çıktığı zaman Yalı kavak gibi yıktığı zaman At dört kız onbeşe yettiği zaman Severim kır atı bir de güzeli
Dadaloğlum hile yoktur işimde Yiğit olan yiğit görür düşünde At dördünde güzel onbeş yaşında Severim kır atı bir de güzeli
Dadaloglu
Aşağıdan Yusuf Paşam Geliyor
Aşağıdan Yusuf Paşa'm geliyor Düşmanına karşı koyan merdolur Şahin kocasa da vermez avını Aslı kurt yavrusu yine kurdolur
Arap atlar yağma oldu arada Fitiller işliyor azgın yarada Bana derler ne gezersin burada Ölenece yüreğimde derdolur
Küheylânım yedim yedim yederler Olanca malımı talan ederler Heves güves yaptırdığım odalar Korkarım ki düşman konar yurdolur
Dadaloğlu der ki göründü dağlar Aşiret kavgasın görenler ağlar Ben öldüğüme kayırmam beğler Zalim düşman üstümüze merdolur
Dadaloğlu
DADALOĞLU
Çiçekdağı
Alaydım da cura saz'ım dizime Çekseydim sürmeler ala gözüne Cihan güzel olsa girmez gözüme Sende bir gümanım var Çiçek Dağı.
Bu karşıki dağda yanar bir ışık Aldırmış sevdiğim ağlar bir aşık Bir ceren bakışlı zülfü dolaşık Sende gümanım kaldı Çiçek Dağı.
Dadaloğlu görülmüyor borandan Yıkılsın şu dağlar kalksın aradan Elbeyli'den geldim koru Yaradan Sende bir gümanım var Çiçek Dağı.
Dadaloğlu
Bir Yiğit De Anasından Doğunca
Bir yiğit de anasından doğunca Kur'ağaçta bir dal bitmiş gib'olur Yaşı varıp on beşine değince Yükünü kumaştan tutmuş gib'olur
Aşıklar sazını eline alsa Güzeller perdesin yüzüne vursa Bir yiğit sevdiğin sesini duysa Gölde gövel ördek ötmüş gib'olur
Eğlene bire de gönlüm eğlene Ay gele de orta yeri dolana Yiğidin sevdiği yanınd'olana Günde düğün bayram etmiş gib'olur
Dadaloğlu'm der ki sözüm kayıran Çekip yırtıp bir yakadan ayıran Diyom muhanetten karın doyuran Eliyle ağu yutmuş gib'olur
Dadaloğlu
Kaman'ı Yurt Edelim
Bozoklu;dan düştük yola Malya sanki Çukurova Çiçekdağı sarp bir kale Hep birlikte düze geldik
Şu Kaman;ın dağlarına Selam verdim ağlarına Civan bir genç buyur etti Çardaklıca bağlarına
İzzet-ikram -toylar oldu Kavim-Kardeş söze geldi Allı gelin şerbet sundu Ballar katmış çanağına
Sürüleri otlatalım Sinsin- cirit oynatalım Atlarımız kolu kısa Hendek-çukur atlatalım
Avşaroğludur dadalım Türkmen soyuna gidelim Hamurumuz hep bir yerden Gel burayı yurt edelim.
BOMBOŞ GELDİK KAMAN;A
Avşarlara oyun edip sürdüler Döneklere rütbe geldi duydun mu Türkmenleri top- tüfek kırdılar Ermeni;den casus oldu duydun mu
Boş kaldı yaylalar, sürüsüz dağlar Yıkıldı obalar, analar ağlar Bozoklu denilen yerdeki beyler Göçmenleri soyuyormuş duydun mu
Cerit avşar birleşip de göçelim Seyfe gölün soğuk suyun içelim Kalmış ise dost ve yaren seçelim Her bir taraf düşman olmuş duydun mu
Aşa aşa Çiçekdağı yol ettim Kırşehir;e geçip vadiye girdim Yeşiller içinde bir belde gördüm. Muhaciri seviyorlar duydun mu
Dadaloğlu der ki dağıldık bittik. Gurbet ellerinde perişan olduk Atları- sürüyü söyleyin nittik Bomboş geldik, şu Kaman;a duydun mu
Dadaloğlu
AŞIK HÜSEYİN DEVAMI
BİLEN OLMADI
Ne söyleyim yalan dünya halını Sırrına eripte bilen olmadı Belkıs yele verdi olan malını Süleyman ömrünü süren olmadı.
Yakub'u ağlattı Yusufum diye İsmail'e koç kurban indi hediye İsa göğe ağdı sebebi niye Eyyüb'un yarasın saran olmadı
Hakkın sevgilisi Habibi yari Bunca nebilerin serveri piri Ebu Bekir, Ömer, Osman'la Ali Onlar gayrılara yaran olmadı
Gökten Cebraille iki don geldi Fatıma ağladı karalar giydi Hüseyin aşkına başını verdi Dünyada bu denli figan olmadı
Kur'an-a zulmetti şol Mervan dürzü Eba-Müslüm çıktı titretti arzı Battal sallar idi on batman gürzü Çıkıp annacına duran olmadı
Hak kılıcı Horasan'dan yasıldı Nesimi yüzüldü Mansur asıldı Yunus'un gönlünde cennet nasıldı Mecnun'a Leyla'sın veren olmadı.
Aşk elinde yaralandı şu sinem Aslı'ya tutuştu kül oldu Kerem Maşukunu buldu şad oldu Senem Aşık Garip gibi gülen olmadı.
Hüseyin'im şaştı kaldı arada Gayıp erenleri Mehdi nerede Yedi derya ile arzı karada Hızır'ı İlıyas'ı gören olmadı. OLMAYINCA
Gönül ne gezersin seyran yerinde Alemde her şeyin var olmayınca Kurtulmazsın elalemin dilinde Bir kişide namus ar olmayınca,
Varıp bir kimsenin kuyusun kazma İçine düşersin yolunda azma Olura olmaza sırrını çözme Ahdine vefalı er olmayınca.
Gördüğünü yad ellere söyleme Bir kimseyi koğu kıybet dilleme Her güzele kanıp gönül bağlama Sadık muhabbetli yar olmayınca.
Mecliste arif ol her söze dalma İlimliyim deyip alimim sanma Elin saklısını arayıp bulma Sana açılacak hal olmayınca.
Hüseyin'im derki dost sözünü tut Kem sözü terkeyle gönülde unut Kaldır kervanını şafakta yörüt Sıdkınan eğlenip kal olmayınca.
GÖZLERİNİ YUMARAK
Karşıdan karşıya sıralı dağlar Boranlı püsenli suları çağlar Elleri koynunda bir güzel ağlar Kaş kaldırıp gözlerini yumarak.
Yel eser ığranır zülfünün teli Bahar çiği gibi kirpiği nemi Başına sokunmuş nergis çiğdemi Kara saça al kınalar yakarak.
Merdine de Hüseyin'im merdine Aylar yıllar hasret kalmış yurduna Aşar gider karlı dağlar ardına Dönüp dönüp arkasına bakarak.
GÖLE ÇEVRİLİR
Bir çift suna geldi dost ellerinde Öter dertli dertli göle çevrilir Sorup sual ettim yar hallerinde Öter dertli dertli göle çevrilir.
Bu gün efkarlıyım yaslı günlerim Gam elinde söylemiyor dillerim Hani teleklerin hani tellerin Öter dertli dertli göle çevrilir.
Konup göçmüş Anavarza eline Hasret kalmış nergisine gülüne Yad avcılar pusu kurmuş yoluna Öter dertli dertli göle çevrilir .
Yeter gayrı Hüseyin'i söyletme Hançer vurup yaralarım elletme Ben de bir garibim terkedip gitme Öter dertli dertli göle çevrilir.
SEHER YELLERİ
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri Nazlı yardan koku gelir mi dersin Hele sorun ne söylüyor dilleri Evvelki sözünde durur mu dersin.
Giderim gelirim yolum düz gelmez Gözlerim yollarda yardan söz gelmez Ben vazgeldim amma gönül vazgelmez Deli gönül öğüt alır mı dersin.
İbrişim satılmaz böyle dükkanda Meyli muhabbeti sevgisi canda Yarın mahşer günü ulu divanda Sualime cevap verir mi dersin.
Diken arasında kırmızı güller Yarin bahçesinde öter bülbüller Bre yavrum sana sarılan kollar Bin yıl yerde yatsa çürür mü dersin.
Hüseyin'im derki derdi sır olan Daim civan gezer aşkta pir olan Ta ezelden ahdü peyman bir olan Yad ellere meyil verir mi dersin
GÖZLERİ SÜRMELİ
Sunam Elbeyli'den çekmiş göçünü Aşar gelir bİr gözleri sürmeli Zorkun yaylasında almış bacını Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Yorulmuş dayanmış bir kara taşa Yavrusun aldırmış alıcı kuşa Kaldırmış başını ağlar Maraş'a Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Kuşlar sazlığında tavlası bağlı Dum dum yaylasında sinesi dağlı Aladağ Bakırdağ kırcı boranlı Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Terkeylemiş obasını elini Erciyes'te teziktirmiş yolunu Kızılırmak salında Çallı belini Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Gelip konmuş şu Seyfe'nin gölüne Kekikli yavşanlı Malya çölüne Kaman diyarına Keskin eline Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Hüseyin'im dertli söyler dilleri Mihrican değdi de soldu gülleri Kırşehir İnaç'tan Susuz'dan beri Aşar gelir bir gözleri sürmeli
GÜL ELİNDEN
Bülbül oldum bağa düştüm Gül elinden gül elinden Ferhat oldum dağlar eştim Zor elinden zor elinden.
Has bahçeye yadlar girmiş Girmiş dallarını kırmış Mor menekşe boyun eğmiş Har elinden har elinden.
Hem öksüz hemi yetimim Suyu kurumuş ekinim Arşa yükseldi tütünüm Nar elinden nar elinden.
Hak diyenler kalmaz naçar Yar aşkıyla serden geçer Arı çiçek çiçek uçar . Bal elinden bal elinden.
Hüseyin'im geçti demler Gözümde akıttım nemler Benim çektiğim sitemler Yar elinden yar elinden.
NE DEYİM Yarin hasretiyle şu gurbet elde Gözlerimden akan yaşa ne deyim Garibim biçare kalmışım yolda Şu başıma gelen işe ne deyim.
Yarimin hayali karşımda gitmez Viran olan yerde bülbüller ötmez Gün vurup gönlümün karın eritmez Şu gönül dağında kışa ne deyim.
Varmı gurbet elde şad olup gülmüş Yolları bağlanmış çaresiz kalmış Gül yüzlü yarini yad eller sarmış Şu başıma düşen taşa ne deyim.
Bağlandı yollarım gurbet elinde Uzak düştüm aşretimde elimde Her ne bulsa kader alır elimde Hüseyin emeğin boşa ne deyim.
|
|