EFSANE OZAN
NEŞET ERTAŞ
Çıktım Seyreledim
HACI BEKTAŞI
VİDEO
KIRŞEHİR DOĞUMLU VE KIRŞEHİRLİ OLAN ÜNLÜLER
MUZAFFERADDİN BEHRAMŞAH
AHİ EVRANI VELİ
HACI BEKTAŞI VELİ
AŞIK PAŞA
MÜFİT KIRŞEHRİ(ÖZDEŞ)Atanın yakın arkadaşı ve Yıldırım orduları Yüzbaşısı.
MÜFİT KURUTLUOĞLU Kırşehir Müftüsü Kuvayımilliyeci ilk tbmm kırşehir temsilcisi.
SAHİR KURUTLUOĞLU Müfit hocanın oğlu kurucu meclis üyesi Eski Adalet ve içişleri bakanı
CACA BEY
SÜLEYMAN TÜRKMANİ
YUNUS EMRE
AHMET GÜLŞEHRİ
OSMAN BÖLÜKBAŞI
DADAL OĞLU (ÇİCEK DAĞ MAMALI KÖYÜNDEN)
GÖKHAN MARAŞ (KÜLTÜR BAKANI)
RAMAZAN MİRZAOĞLU(DEVLET BAKANI)
UĞUR MUMCU (GAZETECİ YAZAR)
ŞEYH EDEBALİ
DENİZ BÖLÜKBAŞI (DIŞ İŞLERİ)
SUAT YALAZ (KARİKATÜRİST)
EMEL GÜNEY(TAŞCIOĞLU
NEŞET ERTAŞ
ÇEKİC ALİ
MUHARREM ERTAŞ
AYDIN ÇEKİC
ALAATTİN ÇIPLAK(GENÇLER ARASI ATATÜRK KOŞUSU TÜRKİYE BİRİNCİSİ)
ŞEMSİ YASTIMAN
AŞIK MUSA
AŞIK HASAN
AŞIK BOYACI
ELVAN CELEBİ(Aşık Paşa nın oğlu mesnevi yazarı)
NURDAN İPEK
HAŞİM KILIÇ Anayasa Mahkemesi Başkanı
MUSTAFA BUMİN Anayasa Mahkemesi eski başkanı
HASAN KIYAFET(Kaman'lı Yazar)
OĞUZ ÖZDEŞ(Yazar)
NURİ ŞAHİN(Futbolcu)
OKTAY ÇİMEN (Tenisci)
BAHATTİN BAYSAL bİLİM aDAMI
EROL GÜNGÖR Türkolog
CAHİT OBRUK Şair ve Yazar
GÜNDÜZ ÖZDEŞ Bilim Adamı
HALİL TUNÇ sendikacı
ORHAN ERKANLI 27 Mayıscı,Asker
Düşünür,yazar
TURGAY ŞEKER Kick Boks Şampiyonu
ERDAL SARIZEYBEK Asker,Yorumcu,Yazar
YEŞİM KÖKSAL Türk Halk Müziği Sanatçısı
HASAN ORBAY Milli Okçu Avrupa Şampiyonu
|
1-HUKUKCU VE ADALET BAKANI SAHİR KURUTLUOĞLUNDAN BİR ANEKDOT
1960 YILINDAN SONRA ADALET BAKANLIĞI,BASIN YAYIN TURİZM VE İÇİŞLERİ BAKANLIĞI YAPAN RAHMETLİ SAYIN SAHİR KURUTLUOĞLU'NUN SANATCI İDİL BİRET HANIMIN AVRUPA YA TAHSİLE GİTMESİ İÇİN AÇILAN MECLİS TOPLANTISINDAKİ KONUŞMASI
Tekelioğlu;nun geleceğe yönelik bu ısrarlı şüphelere karşı gerekli cevabı ise Kırşehir Milletvekili Sahir Kurutluoğlu ;veciz; bir biçimde veriyordu:
;- Muhterem arkadaşlar; ne yazık ki, Türk adını kendi varlığında gösteren bir masumun 15 sene sonra gelecekteki halini bu kürsüden münakaşa ediyoruz!
Ve beş yaşındaki bu masumun 15 sene sonra bir ecnebi ile evleneceğini bu kürsüden nasıl aklımıza getirip de bunun münakaşasını yapıyoruz.Kurutluoğlu milletvekillerinin Tekelioğlu;nu kınayan ;Ayıp!... Ayıp; nidalarıyla bir an duraksıyor ve devam ediyordu:
Arkadaşlar, dehalar cemiyetin muhtaç olduğu zamanlarda ortaya çıkar ve muayyen vasıtalar onu temniye eder. Allaha şükür ki, muyayyen bir vasatta bu dehayı keşfetmiş bulunuyoruz.
Bu vasat içinde değil, layık olduğu vasat içinde yükselmesini temin için şahsına munhasır bir kanun getirilmiştir. 16 sene anasını, babasını beslemeyeceğiz, arkadşaım kanunu okumamış. Ya anası ile gidecek ya babası ile veya onların tensip edeceği bir vasi ile gidecektir ve bu 16 yaşına kadar devam edecektir, 16 senede değil.
Biz bu dehanın tekamülünü istiyoruz. Türkün layık olduğu ismini her tarafta kendi üstün dehası ile temsil edecek olan bu çocuğun yetişmesi için ne lazımsa yapalım, yersiz münakaşaları burada keserek işin sonunu alalım arkadaşlar.
2-DİĞER BİR MECLİS KONUŞMASI
Vefik Pirinççioğlu ile Sahir Kurutluoğlu da şunları söylüyor:
-;Vatandaşlar arasında büyük mesafeler açılmıştır. Bugün refah içinde yaşayan vatandaşlarımız var, ama sefalet içinde yaşayanlar da var. Bölgeler arasında da büyük mesafeler var. Çağdaş medeniyeti yaşayan bölgelerimiz olduğu gibi taş devrini yaşayan bölgelerimiz de var. Bizim gayemiz bu mesafeleri azaltmaktır. Seçmene vaat edeceğimiz başladığımız hizmetleri devam ettirmek olacaktır. Fakirin karnım zenginin servetine dokunmadan doyurmak imkanı olmadığı da artık anlaşılmış olduğu için biz sosyal adaletten yanayız. Adaletle hizmetten yanayız. Hudutsuz servet ve hudutsuz sefalet hürriyetinden yana değil. Ama sosyal adaletten yana olmak sosyalist devlet taraftarı olmak demek değildir.
Osman Bölükbaşı (1913 - 2002)
1913 yılında Hacıbektaş'ta doğan Türk Siyasetinin renkli simalarından Osman Bölükbaşı, Fransa'da Nancy Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü'nde öğrenim gördü. Daha sonra Türkiye'ye dönen Bölükbaşı, önce Kandilli Rasathanesi'nde asistan, sonra Haydarpaşa Lisesi'nde öğretmen olarak görev yaptı.
1946'da Demokrat Parti'ye (DP) girerek siyasete atılan Bölükbaşı, 1947'de DP'den ayrıldı. Bir yıl sonra Millet Partisi'nin (MP) kurucuları arasında yer aldı.
İsmet İnönü ve Celal Bayar'a komplo düzenlemek iddiasıyla 1949'da tutuklanan Bölükbaşı, bir süre sonra serbest bırakıldı.
1950 seçimlerinde Kırşehir'den MP'nin tek milletvekili olarak Meclis'e girdi. MP'nin, laikliğe aykırı davrandığı gerekçesiyle 1953'te kapatılması üzerine bir grup eski MP' liyle Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni (CMP) kurdu ve genel başkan oldu.
1954'te yeniden Kırşehir ilinden milletvekili seçilince DP hükümeti, Kırşehir'i ilçe yaptı.
Bölükbaşı 1957' de TCK 159 kapsamındaki 'Meclis' in manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif' suçunu işlemekle suçlandı. Dokunulmazlığı kaldırılan Bölükbaşı 2 Temmuz 1957'de tutuklandı. İtiraz üzerine 23 Temmuz'da tahliye edilen Bölükbaşı, yeniden tutuklanarak cezaevine kondu. Bölükbaşı, 149 gün tutukluluğun ardından 29 Kasım'da tahliye oldu.
Kırşehir'in Haziran 1957'de il yapılmasından sonra ekimdeki seçimlerde Bölükbaşı ve CMP'li arkadaşları yine Meclis'e girdi. 1958'de DP'ye karşı güçbirliği oluşturmak için CMP'nin Türkiye Köylü Partisi ile birleşmesiyle kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin (CKMP) Genel Başkanlığı'na getirilen Bölükbaşı, 1959'da 10 ay hapse mahkûm edildi. 27 Mayıs'tan sonra da Kurucu Meclis üyeliğine seçildi.
1961 genel seçimlerinin ertesinde koalisyon hükümetlerine katılmayı reddeden Bölükbaşı, 1962 yılının haziran ayında CKMP, İsmet İnönü' nün kurduğu 2. koalisyon hükümetine katılınca 28 milletvekiliyle partiden ayrılarak 2. kez Millet Partisi'ni kurdu ve partinin genel başkanlığına getirildi. Bölükbaşı 1972' de genel başkanlıktan ayrılarak yerini eski Genelkurmay Başkanı Cemal Tural'a bıraktı. Bölükbaşı, 9 Eylül 1973'te de milletvekilliğinden istifa edip politikayı bıraktı.
Bu dönemde de aslında siyasetten uzak dursa da bazı partilerin siyasi etkinliklerine katıldı. Bölükbaşı 6 Şubat 2002 tarihinde uzun süredir tedavi gördüğü hastanede vefat etti.
8 SAAT 35 DAKİKALIK KONUŞMA
Siyasetin renkli simalarından Bölükbaşı aynı zamanda hem rekorlar hem de nüktelerle anılan bir siyasetçiydi. Düzce.de yaptığı bir konuşma tam 8 Saat 35 dakika sürmüştü. Bir kamyoncunun Düzceden çıkın yükünü İstanbul.a boşaltıp geri dönmesi boyunca konuşan bir politikacı Osman Bölükbaşı ve kamyoncu hayretle şu ifadeleri kullanıyor hatibe:
Beyim bu nasıl iştir! Sabah buradan kereste yükledim, konuşuyordun. Yükümü İstanbul'a boşaltıp geldim, halen konuşuyorsun..
NÜKTELER
Her şeye, herkese, hatta kendine bile muhalif olan Bölükbaşı'nın eleştirelerinden herkes nasibini alır.
Muhalefetini 1965 yılında TRT'ye de yönelterek kuruma Tırt ismini takar ve lakabı Tırt Osman. a çıkar.
İş adamlarını da eleştirir:
Ah benim aslan görünüşlü, tavşan yürekli büyük sermayem.
Bölükbaşı bir yurtdışı seyahatinde Atalarınızın Viyana kapılarında ne işi vardı? sorusuna hedef olur. Sektirmeden yanıtlar bu önyargılı soruyu:
Haçlı Seferlerine iade-i ziyaret.
AŞIK PAŞA
Aşık Paşa, Kırşehir'de doğmuş gene Kırşehir'de ölmüştür (1272-1333).
Ünlü bir soydan gelir. Cengiz'in ordularından kaçarak Horasan'dan
Anadolu'ya gelen, sonra da Kırşehir'e yerleşen ünlü gizemci (mutasavvıf) Baba
İlyas'ın torunudur. Baba İlyas'ın Selçukluların parçalanması sırasında
Konya'da emirlik yaptığı, siyasal olaylara karıştığı, Birinci Osman'a hizmet
ettiği söylenir.
Aşık Paşa'nın babası da din ulularından sayılan Muhlis Paşa'dır. Aşık
Paşa'nın asıl adı Ali'dir. Takma adı "Aşık"tır, "paşa"lık da bu sözcüğün
"ilk çocuk" anlamına gelmesinden verilmiştir. Eldeki bilgilere göre, Aşık
Paşa Türk ulusçuluğunun bilincinde, Türkçenin önemli, zengin bir dil
olduğuna inanan, bu uğurda çalışan bir kişidir. Onun, Türk diline kimseler
bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri dizelerinin, bundan yaklaşık yedi yüzyıl önce
söylenmiş olması, Aşık Paşa'nın Türklük bilincini, Türkçecilik açısından
yaklaşımını açıkça ortaya koymaktadır.
Aşık Paşa, "din uluları" yetiştiren bir aileden gelmiş olduğu için, aldığı
ailesel eğitimin, görgünün, geleneğin doğal sonucu olarak gizemci bir ozan
olmuştur. Gizemciliğin (tasavvufun) Anadolu'da yayılması konusunda
etkin çalışmalar yaptığı anlaşılıyor. Kimi kaynaklar, Aşık Paşa'nın küçük yaşta Hacı
Bektaş'ı da tanımış olabileceği üzerinde duruyorlar.
Aşık Paşa hece ölçüsünün yanısıra aruz ölçüsünü de kullanmıştır. Ama
gizemciliği savunan şiirlerinin büyük çoğunluğunu hece ölçüsüyle, Türkçeye
özen göstererek yazdığı anlaşılıyor.
Aşık Paşa'nın en ünlü yapıtı "Garipname"dir. 1329 yılında yazılmıştır.
Aşık Paşa bu yapıtında, Anadolu Türklerine gizemciliği öğretmek amacını
gütmüştür. Aruz ölçüsüyledir. On iki bin "beyit"lik bir yapıttır. Yapıtın
öğreticilik yanı ağır bastığı için, bir sanat yapıtı olmaktan çok, bir
öğretici yapıt olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca "Garipname"nin, Süleyman
Çelebi'nin "Mevlid" adlı yapıtını etkilediğini de belirtmek gerekir.
Aşık Paşa'nın şiirlerinde Yunus Emre'nin açık etkilerini görme olanağı da
vardır. Abdülbaki Gölpınarlı 67 şiirini derlemiş ve 1961'de yayımlanan
"Yunus Emre ve Tasavvuf" kitabına almıştır.
Aşık Paşa'nın, Fakr-name, Vasf-ı Hal, Hikaye ve Kimya Risalesi adlı
dört mesnevisini de Agah Sırrı Levent yayımlamıştır (1953, 1954).
HER KİM BANA AĞYAR İSE
Her kim bana ağyar ise
Hak Tanrı yar olsun ona
Her kancaru varır ise
Bağ u bahar olsun ona.
Bana ağu sunan kişi
Şehd ü şeker olsun işi
Kolay gele müşkül işi
Eli erer olsun ona.
Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona.
Her kim diler ben har olam
Düşman elinde zar olam
Dostları şad u düşmanı
Dost maşuk yar olsun ona.
Ardımca taşlar atanı
Hak tahta ağdırsın onu
Önüme kuyu kazanı
Güller nisar olsun ona.
Her kim diler ise benim
Ol dostumdan ayrıldığım
Gözlerinden hicap gitsin
Dizar ıyan olsun ona.
Bu Muhlis oğlu Paşa'nın
Güldüğün istemiyenin
Ağladığım istiyenin
Gözüm pınar olsun ona.
BENDEN Mİ BANA BU ELEM
Benden mi bana bu elem
Aşktan mı yoksa derd ü gam
bunca bela cevr ü sitem
Bilsem nedendir bilmezem
Canan olursa ger nihan
Kalmaya canda zerre can
Buluban bu sözü ıyan
Bilsem nedendir bilmezem.
Aşkın yürekte yarası
Pes olmuşam avaresi
Ya Rab bu derdin çaresi
Bilsem nedendir bilmezem.
Daim dilefkar olduğum
Şurıde zar olduğum
Talib-i Didar olduğum
Bilsem nedendir bilmezem.
Aşık'ta bu hayret nedir
Ma'şuktaki şevket nedir
Derviş buna hikmet nedir
Bilsem nedendir bilmezem.
GÜLŞEHRİ
Gülşehrî, Anadolu Selçuklu Devleti'nin son devirlerinde, Sultan Veled, Yunus Emre, Âşık Paşa gibi Türkçe yazıp Türkçe söyleyen ozanlarımız arasındadır.
XIII. yüzyılın sonlarıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşadığını bildiğimiz Gülşehrî'nin asıl adı Ahmed'dir. O çağlarda bir bilim ve tasavvuf şehri olarak tanınan Kırşehir'de doğduğu, ömrünün sonuna kadar burada yaşadığı söylenir. Kırşehir'in adı o zamanlar Gülşehir olduğu için Gülşehrî takma adını almış, bu adla tanınmıştır.
Gülşehrî'nin Kırşehir'de Ahi Evran'dan sonra kurulan Ahilik örgütünün başında bulunduğunu, bu örgütün yayıcılarından olduğunu ve ustası Ahi Evran'ın etkisinde kaldığını şiirlerinden öğreniyoruz. Bir şiirinde :
Elli yıl ben ansız durmadım
Yazı yaban durgun görmedim
diyerek tam elli yıl, Ahi Evran'la birlikte kaldığını, onsuz yapamadığını söyleyen Gülşehrî, birçok şiirinde onu över.
Gülşehrî'nin Ahi Evran hakkında yazdığı bir risaleden başka, Onu Türk Edebiyatının Türkçeci, güçlü bir ozanı olarak tanıtan eseri Mantıku;t-Tayr olmuştur.
Kuş dili anlamına gelen Mantıku;t-Tayr, tanınmış mutasavvıf Ferideddin Attar'ın aynı adla bilinen Farsça eserinin Türkçe;ye manzum çevirisidir. Ahmed Gülşehrî, bir tasavvuf eseri olan Mantıkut-Tayr'ı, daha başka kaynaklardan ve özellikle Mevlâna'nın Mesnevî'sinden aldığı hikâyelerle süslemiş, kendi tasavvuf görüşlerini de katarak orijinal bir eser haline getirmiştir. Gülşehrî, bu eserinde Türk diline hayrandır. Türkçe'nin Farsça ve Arapça;dan üstün, tatlı bir uyuşumu olduğunu, bunu belirlemek için de bu eseri yazdığını söyler.
Türk dilinin hor görüldüğü, Arapça;yla yazıp söylemenin hüner sayıldığı devirlerde, Anadolu'nun göbeğinde bir bilim adamı, bir ozan çıkarak Türkçe diye kükreyişi, Türkçe'ye kucak açışı, onu özlemle bağrına basması büyük yiğitlik, büyük vatanseverliktir. Gülşehrî, çağdaşı Yunus Emre ve hemşehrisi Âşık Paşa'yla beraber, bu büyüklüğü göstermiştir.
Feleknâme adlı bir eserinin daha olduğu bilinen Gülşehrî;nin, kaç yıl yaşadığı, ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemektedir.
Bilinen ondan gelen, sararmış kâğıtlar üzerindeki sesler ve nefeslerdir. Kırşehir'in gül bahçelerini çok sevdiğini, gülleri kendine yâr eylediğini, bütün sözleri bir yana iterek bülbül gibi gül sözü söylemeyi istediğini anlatan şu şiirler onundur :
Her gülü kim kendime yar eylerim
Her gice vasfını tekrar eylerim.
Her seher kim gül çemende açıla
Kamudan ilkin bana karşı güle.
Nevbahar oldu kim bülbül söyleye
Aşkını maşukuna şerh eyleye
Kamu sözü gel ki terkeyleyelim
Bülbül gibi gül sözü söyliyelim...
Öyle ki, kendisinden beş yüz yıl sonra, Onun açtığı Türkçecilik çığırından bir halk ozanı Dadaloğlu gelecek, o da Gülşehrî gibi Kırşehir'in uçsuz bucaksız gül bahçelerine bakarak şöyle seslenecektir:
Biter Kırşehir'in gülleri biter
Çağrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşında keman görünür.
Gülşehrî, Kırşehir'in özlem dolu Özbağlarında, ana dili öz Türkçesiyle çevresinde toplanan ahilerle görüşüp bilişirken asla şeyhlik, sultanlık davasında bulunmamış, onlardan biri olarak onları konuşturmuş:
Ne derviş isteriz, sahip, ne sultan,
Ne dert işimize gelir, ne derman.
XIV. yüzyılın Anadolu'da yetişen bu Türkçeci ozanını, Yunus kadar arı-duru, Yunus kadar güçlü sayamasak bile, ilk Türkçeciler arasında, ona önemli bir yer ayırmak zorundayız. Gülşehrî, Anadolu'yu aydınlatan aydın kişilerin başında, bilinçli ve idealist bir Türkçeci olarak her zaman dile gelecektir.
|
|
|
NURDAN İPEK
BÖYLE OLURMU
VİDEO
AHMET MÜFİT EFENDİ (KURUTLUOĞLU)
(KIRŞEHİR MEB'USU MÜFTİ-İ SABIK MÜFİD)
1879 (1295)'da Kırşehir'de doğdu. Kırşehir Müftülerinden Hacı Mahmut Efendi'nin oğludur. İlk ve orta öğrenimini Kırşehir'de yaptı. Sonra İstanbul'a gelerek yüksek öğrenimini Fatih Medresesi'nde tamamladı. Ayrıca Hukuk Mektebi'ne devam edip mezun oldu (1).
Üsküdar-İskele Meydanı Camii'nde müderrislik ve bir süre avukatlık yaptı. İsteği üzerine Çanakkale-Eceabat Savcılığı'na atandı. Bu görevde iken 1908'de Yozgat-Boğazlıyan Ceza Reisliği'ne tayin edildi. 1910'da babasının vefatı üzerine memleketi Kırşehir'e döndü ve halkın arzusuna uyarak Kırşehir Müftülüğünü üstlendi (2). Ayrıca Kırşehir'i Ankara İl Genel Meclisi'nde temsil etti ve Daimi Encümen Üyeliği yaptı (3). I. Dünya Savaşı Mütarekesi'nden sonra Damat Ferit Hükümeti tarafından tutuklatılarak İstanbul'a gönderildi ve Divan-ı Harb'e sevkedildi. Ancak, kaçarak Kırşehir'e geldi ve Hey'et-i Temsiliye ile temasa geçerek Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni kurdu. İstanbul taraflısı Ankara Valisi Muhittin Paşa'yı, o günlerde Ankara'ya bağlı olan Kırşehir'e sokmadı. Yakın arkadaşı ve Birinci Millet Meclisi'nde kendisi gibi Kırşehir Meb'usu olan Yahya Galip Kargı (4) ile beraber başardığı bu hizmet dolayısıyla Ali Fuat Paşa hatıratında "Meclisin Ankara'da toplanmasını sağlayan neticelerden biri" olarak bahseder" (5).
TBMM'nin I. Dönemi için yapılan seçimde Kırşehir Milletvekili oldu ve 23 Nisan 1920'de Meclisin açılışında hazır bulundu. Mecliste Anayasa, Adalet, Şer'iye-Evkaf, Bütçe, Tasarı ve İçtüzük Komisyonlarında çalıştı. I. Toplantı yılında Şer'iye-Evkaf ve Tasarı Komisyonlarının Başkanlığını, II. yılda Şer'iye-Evkaf Komisyonu ile Adalet Komisyonunun sözcülüğünü yaptı. Meclisin kabul ettiği ilk kanun olan Ağnam Resmi Kanunu, arkadaşlarıyla birlikte yaptığı öneri üzerine kabul edildi. Tasarı Komisyonundaki görevi nedeniyle görüşülmekte olan tasarılar üzerinde en çok konuşan ve Genel Kurula aydınlatıcı bilgi veren Milletvekillerinden oldu. Sakarya Savaşı sırasında Hükümetin Kayseri'ye nakil kararına karşı çıkarak kararı eleştirdi. 10 Mayıs 1921'de Müdafaa-yı Hukuk Grubu'nun kurulmasından sonra muhalefetteki II. Grupta yer aldı. 26 Ocak 1922'de Harp Encümeni kararıyla Ordunun bazı geri hizmetlerini gözetim ve yardım görevine memur edildi. 13 Kasım 1922'de izin alan II. Başkanvekili Hüseyin Avni Bey (Erzurum)'in yerine bir süre vekâlet etti. 20 Kasım 1922'de Halife Abdülmecit Efendi'ye kutsal emanetleri teslim ve Meclis adına kutlama kurulunda bulundu. İstanbul Fatih Camii'nde ilk Türkçe hutbeyi okudu. Dönem içinde kürsüde yaptığı konuşma sayısı (30)u gizli oturumlarda olmak üzere (242)dir. Milletvekilliği I. Dönemde sona erince Kırşehir'e döndü ve avukatlık yaparak yaşamını sürdürdü. 15 Haziran 1958'de Kırşehir'de öldü. Aşıkpaşa Türbesi yakınında toprağa verildi. Evli olup dört çocuk babası idi. Üçüncü oğlu Kemal Sahir Kurutluoğlu, VIII. Dönem Kırşehir Milletvekili, 1961 Kurulu Meclis Üyesi, 1961-1966 Cumhuriyet Senatosu Üyesi olarak Parlamentoda bulunmuş, Devlet ve Adalet Bakanlıkları yapmıştır" (6).
_____________________________
İKİ AKEKDOT
Müfit Efendi (Kurutluoğlu, Kırşehir): "İstanbul'dakiler bizi onlara karşı isyan etmiş olarak ilan ettiler. İsyan etmedik, hakkımızı istiyorduk. Gasp edilen hakkımızı geri almak ve yaşamaya layık bir millet olduğumuzu dünyaya ispat etmek için toplandık. İslam kardeşlerimizi, bize karşı silah kullansınlar diye kandırdılar, İstanbul'da oturan bir küçük zümredir. Kendilerine verilecek cevap, vatana ihanet suçu işlediklerini bildirmektir!" (I.Dönem Zabıt Ceridesi, 24.C., s.284,285)
-----------------
İstiklal Marşında Kırşehir Oyu
Bundan sonra Kırşehir Mebusu Müfid Efendi, marşın Hamdullah Suphi Bey tarafından bir kere daha okunmasını teklif eder. Artık bundan sonra, kabul edilen marş, İstiklâl Marşı olarak zabıtlara geçmeye başlar. Hamdullah Suphi´nin ikinci defa okduğu marş, ayakta alkış-lar ve gözyaşları arasında dinlenir.Çantay, bu açıklamasına şu dipnotu düşer:
" Mustafa Kemal Paşa, marş okunurken sıraarının önünde onu ayakta dinliyor ve mütemadiyen alkışlıyordu."
AHî EVRAN
Selçuklu Devleti, Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu'da güçlü bir devlet, ileri bir uygarlık kurmuştu. Ancak Moğol akınları yüzünden devlet, XIII. yüzyılın sonlarına doğru zayıflamaya başlamıştı. Bu mirası ayakta tutabilmek için, Anadolu'da yerleşen Oğuz Boyları, ayrı ayrı bölgelerde kümeleşmeye başlamışlardı. Nitekim XIV yüzyılın başlarında, Anadolu'daki Selçuklu egemenliği sona erdiğinde birçok Türk Beylikleri ayrı ayrı devletler kurmuşlardı.
O günlerde, (Ahilik) adıyla, millî bir dayanışma birliği, Anadolu'da sosyal düzenin kurulmasına öncülük etmişti. Hatta bu birlik, Osmanlı Devletinin, güçlenmesine ve örgütlenmesine yardımcı olmuştu.
Ahilik; kasabalara ve köylere kadar yayılan, en küçük örgütünden en büyüğüne kadar, millî birlik ve beraberliği, karşılıklı saygı ve sevgiyi, sosyal dayanışma ve yardımı temel ilkeler sayar. El birliği, gönül birliği ve kardeşlik havası içinde, din ve ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı, köklü, sağlam, düzenli ve millî bir toplum kurmayı amaç bilen, tarikat niteliğinde bir kuruluştur. Bu kuruluşa fütüvvet adı veriliyordu. Kendilerine özgü töreleri ve zaviye adıyla tanınan dernekleri vardı. Üyeleri daha çok meslek sahibi esnaftan kişilerdi. Küçük sanatların gelişip yayılmasında, sanat erbabının geleneksel kurallara göre yetiştirilmesinde ve ekonomik hayatını düzenlenmesinde bu birliğin büyük faydaları görülüyordu.
Fütüvvet ve ahiliğin tarihi eski olmakla birlikte, Anadolu'da ahiliğin kurulmasında Ahi Evran'ın öncülük ettiği söyleniyor ve Ahi Evran bu örgütün piri sayılıyordu.
Ahi Evran;ın asıl adı Şeyh Mahmud Nasurıddin;dir. Orta Asya;nın Türk bölgesi olan Horasan'dan Anadolu'ya göçmüş, XIII. yüzyılın ortalarında Konya'ya gelip yerleşmişti.
Hacı Bektaş-ı Velî hakkındaki deyişleri bir araya toplayan Velâyetnâme adlı esere göre, Konya'da bir süre oturan Ahi Evran, daha sonra Kayseri' ye gelmişti. Burada dericilik mesleğine girmiş, deri atölyelerinde çalışan bir işçi olmuştu. Deri terbiye etmenin, ham deriyi, türlü emek ve uğraşılardan sonra, olgun, kullanılır duruma getirmenin, onun. kokusuna dayanmanın, insanı eğitmek, onu olgunlaştırmak kadar güç olduğunu bildiğinden bu mesleği seçmişti.
Ahi Evran, çilesini tamamladıktan ve manevî gücünü de ispat ettikten sonra, Kırşehir'e gelmiş, ahilik örgütünü burada kurmuştu.
Ahi Evran, insan nefsinin bir ejder gücünde olduğuna, nefsini yenen kişinin, dünya hırslarından, kinlerinden, maddi isteklerinden arınacağına inanmıştı. İşte bu inanca bağlı olarak, Ahi Evran'ın nefis denen benlik yılanını içinden söküp atarak bir kamçı gibi elinde taşıdığı söylenmiş, kendisine yılanlı ahi anlamına gelen Ahi Evran denilmişti.
Yine Velâyetnâme adlı esere göre, Hacı Bektaş-ı Velî, sık sık Kırşehir'e gelir, Ahi Evran'la saatlerce sohbet ederdi. Bir keresinde, iki büyük insan yine Kırşehir'de buluşmuştu. Kırşehir'in tanınmış bahçeleri olan Özbağlar;da derin bir sohbete başlamışlardı Bu sırada aşağıdaki derede kurbağalar ötüşüyor, bu sohbete onlar da katılıyorlardı. Bir ara, Hacı Bektaş-ı Velî, kurbağalara seslenerek:
Susunuz ya mübarekler!. demişti.
0 günden bugüne, bu derelerde kurbağalar susmuş, bir daha ötmez olmuşlardı.
Ahi Evran'ın Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi'ye ahilik beratı verdiği, tahta çıktığı zaman, ahi töreleri gereğince beline ahilik kuşağı bağladığı söylenir. Osman Gazi;nin oğlu Orhan Gazi'ye de büyük saygı gösterdiği ve ahi alayları kurarak onun fetihlerine yardım ettiği bilinmektedir.
Ahilik, tasavvufî inançlar içinde, halka ;eline, beline ve diline sahip olma; ilkesini, yani hırsızlık ve haramdan uzak durmayı, namuslu olmayı, sır saklamayı, kötü söz söylememeyi telkin etmiştir. İnsanlar arasında ahlâkî prensipleri yaymıştır. İyiye, doğruya ve güzele dönük, kardeşçe yaşama ilkeleriyle Osmanlı Devletinin sosyal ve ekonomik düzenini, ilk esnaf örgütünü kurmuş, devletin yardımcısı olmuştur.
Ahi Evran'ın kaç yıl yaşadığı bilinmemekle birlikte, XIV. yüzyılın başlarında Kırşehir'de öldüğü sanılmaktadır. Ahi Evran'ın hayatı, Hacı Bektaş-ı Velî;de olduğu gibi, yüzyıllardan beri söylenegelen çeşitli efsanelerle süslendiğinden, gerçek yaşantısı unutulmuştur. Ancak onun Kırşehir'deki türbesi, çağlar içinde Ahi Ocağı olarak yaşamış ve ziyaret edilmiştir. Ahi Evran adına, Ankara'da bir cami yaptırılmıştır. Camiin Selçuklu devri ağaç oyma işlemeli kapı ve pencereleri, bugün İstanbul'da, Amca Hüseyin Paşa Medresesinde saklanmaktadır.
Türk tarihinde birçok ulu kişiler vardır. Bunlar eserleriyle değil, fikirleriyle, düşüncelerinin toplumlar üzerindeki etkileriyle tanınır ve bilinirler. Ahi Evran da böyledir. Sağlığında yazılı bir eser bırakmamıştır. Yazmışsa da bize kadar ulaşamamış, ya da elimize geçmemiştir. Bu ulu kişiler, Anadolu'ya doğan, zihinleri aydınlatan, gönülleri ısıtan, toplumları etkileyen, onların millî birlik ve dirliğe çağıran güneşler gibidirler. Bundan dolayı unutulmamış, dillerde ve gönüllerde yaşatılmıştır.
Ahi Evran, bu sözlü kültürün en belirgin örneğidir. Onun yedi yüz yıl önce Anadolu'ya ektiği iyilik ve cömertlik tohumları yeşermiş, bir fikir ürünü olarak, toplumları doyurmuştur. O, Türk Kültür Tarihi'nin ölümsüz bir düşünürü, bir mürşidi olarak daima yaşayacaktır.
HACI BEKTAŞ-I VELÎ
Bektaşî tarikatının önderidir. 1216 yılında Horasan'ın Nişabur şehrinde doğdu. Asıl adı Mehmet, şanı ise Bektaş'tır. Baba tarafından İmam Hüseyin'in soyundan geldiği ve Hazret-i Ali'nin on altıncı batın torunu olduğu, hakkındaki rivayetler arasındadır. Öğrenimini Nişabur'da yaptı. Sonra Kırşehir yöresindeki Suluca Karahöyük'e yerleşti. Buradan görüşlerini yaydı. 1310 yılında öldü. Ölümünden sonra torunu Balım Sultan Bektaşi tarikatını kurdu. Türbesi de bugün adıyla anılan ilçededir.
Bektaşî tarikatının önderi olan ve Bektaşîlerin piri gözüyle bakılan Hacı Bektaş Velî, bir tarikat kurmayı ve pîr olarak başına geçmeyi asla düşünmemişti. O sadece bir mürşit olarak ortaya çıkarak insan sevgisini ve insanlığı dünyada her şeyin üstünde tutma inancını insanlara yaymaya çalıştı ömrü boyunca.
Bir görüşe göre, Hacı Bektaşî Velî, Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkleri irşat için, hocaları Ahmet Yesevî'nin talebesi olan Lokman-ı Perende ile Seyyid Muhammed tarafından görevlendirilmişti. Üzerine ayrıca Türkleri birleştirmek, aralarındaki geçimsizliği kaldırarak ve kardeş kılmak görevini de alarak, Horasan'dan kardeşi Menteş ile birlikte ayrılmıştı.
Hacı Bektaş'ın Anadolu'daki ilk durağı Sivas oldu, oradan Amasya'ya geçti. Halifesi olduğu Babaî tarikatı şeyhi Baba İshak'ın vefatına kadar Amasya'da kaldı. Sonra bugünkü Kırşehir'in güneydoğusuna rastlayan Suluca Karahöyük'e gitti. Burası, Selçuk Hükümdarı Alâeddin Keykubat tarafından, savaşlarda büyük yararlık gösteren Horasanlı Yunus adında bir askere ;yurtluk; olarak verilmiş ufacık bir konak yeriydi. Sadece 7 hâneden ibaret olan ve bar obayı andıran bu konak yerine Horasanlı Yunus'un oğlu İdris'in konuğu olarak yerleşti.
Hacı Bektaşî Velî, bir din adamı, bir düşünür, bir sosyolog, bir mâneviyatçı, bir ziraatçı ve bir Türkçü idi. Bütün bu özellikleriyle insanların gönüllerine kolaylıkla girmeyi başardı.
Hacı Bektaş, Suluca Karahöyük'ü bir halk üniversitesi hâline getirdi. Bu arada geleceğin birçok mutasavvıf ve bilginlerini de burada yetiştirdi. Bu öğrencilerini çeşitli diyârlarda açtığı ;Kırk Ocak;lara gönderdi, buralarda görevlendirdi onları. Görüşlerini etrafa yaymakta bu öğrencilerinin pek önemli rolü oldu.Yunus Emre'nin hocası olan ve Hacı Bektaş'a ;Taptuk (bulduk) Padişahım; dediği için bu isimle anılan Taptuk Emre, Sarı Saltuk, Geyikli Ahmet Baba, Abdal Musa, Ahî Evren, Balkan ülkelerinde büyük hizmetler gören Kızıl Deli Sultan (nâm-ı diğer Seyyid Ali), Kaygusuz Abdal ve Pîr Sultan Abdal bunların arasında idiler.
Bekteşî inancına göre, Orhan Gazi ilk Osmanlı ordusunu kurarken Hacı Bektaş'ın fikirlerinden faydalanmış, kurulan orduya dua etmiş ve yeniçeriler de kendisini ;Pîr; olarak tanımışlardır. Hatta elini bir askerin başı üzerine koyup dua ettiği zaman arkaya doğru sarkan kol yeninin hatırasına Yeniçeri serpuşlarının arkası bir yen gibi uzatılmıştır arkaya doğru. Hacı Bektaşî Velî, Yeniçeriliğin kurulmasından, hatta Sultan Orhan'ın doğumundan çok önce vefat ettiği için bunların doğru olmasına imkân yoktur. Ancak Yeniçeri ocağında Bektaşîliğin hâkim olduğu ve Yeniçerilerin kendilerine ;Taife-i Bektaşiyân; dedikleri gerçektir. Ve Yeniçeri ocağındaki bu eğilime uyan Yavuz Sultan Selim'in de Bektâşî tarikatına girdiği bilinir. Yavuz, Osmanlı hânedânı içinde Bektaşîliği kabul eden tek padişahtır.
Hararet ;nar;dadır, ;sac;da değildir.
Keramet ;baş;dadır, ;tac;da değildir.
Her ne arar isen kendinde ara,
Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.
Sâkin ol, kimsenin gönlünü yıkma,
Gerçek erenlerin izinden çıkma,
Eğer adam isen ölmezsin, korkma
Âşığı kurd yemez, ;uc;da değildir.
diyen Hacı Bektaş Velî, vefatından sonra daha büyük önem ve değer kazandı.
Bu büyük önem nedeniyledir ki, vefatından yıllar sonra torunlarından Balım Sultan tarafından onun görüşlerinin ışığı altında bir tarikat kuruldu ve adına Bektaşîlik denildi. Bundan sonra Suluca Karahöyük daha büyük önem kazandı ve Hacı Bektaş adıyla anılmaya başladı. Hacı Bektaş Velî'nin kabrinin bulunduğu yerin çevresi bir ziyaretgâh, bir Bektaşîlik merkezi hâline geldi. Hacı Bektaş Velî'nin medfun bulunduğu ve ;Huzur-ı Pîr; adıyla anılan türbe ise Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırıldı.
;İnsanoğlu, bütün mahlûkat ve mevcudattan kutsaldır. Ulu Tanrı, Hazret-i Âdem'i yaratırken kendi nûrunu ve cemâlini ona vermiştir. Tanrı, insanı kâmilin özünde ve yüreğindedir; görüşü Bektaşîliğin ana prensibini teşkil etmektedir. Allah'ı ve Peygamberi tanıyan ve Hazret-i Ali'ye bağlı olan Bektaşîler şu yedi prensibe bağlıdır: İnsanlık, iyilik, adalet, hürriyet, müsavat, çalışkanlık ve insanlık aşkı...Hacı Bektaş'ın yaşantısı, çeşitli söylentilerle doludur. Onun sözleri, sohbetleri, uyarılan olağanüstü olaylarla örülmüş, Hacı Bektaş'a çeşitli kerametler izafe edilmiştir.
Bu söz ve sohbetler, çevresindeki müritleri tarafından derlenerek, Hacı Bektaş'a ait Makâlât ve Fevâid adlı iki eser meydana getirilmiştir. Bu iki eserden ayrı olarak, Hacı Bektaş'ın Şathiye adlı Türkçe-manzum bir eseri daha olduğu söylenmektedir.
Hacı Bektaş'ın ölümünden çok sonra, Bektaşîlerce hazırlanan ve bir destan havası içinde Hacı Bektaş'ın menkıbelerinden bahseden Velâyetnâme adlı eser çok meşhurdur.
Hacı Bektaş, gerçek aşka, Allah;ın dostluğuna, Allah;tan korkarak değil, Allah;ı doyumsuz bir sevgi, arınmış bir yürekle severek ulaşmayı amaç bilmiştir. Ona göre bu sevgi insanın özündedir. Önce insan kendisini bilmeli, karşısındakini de sevmelidir. Ve yine: ;Sürekli olarak mutluluk istiyorsan, herkesle dost ol, kimseye kin ve haset besleme; diye uyarır.
Hacı Bektaş'a ait olduğu söylenen bir şiirde bu fikirler şöyle dile getiriliyor :
Dervişlik hırkada, taçda değildir,
Hararet nardadır, saçta değildir.
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez, uç'ta değildir.
MÜFİT ÖZDEŞ (1874-1940)
Asker ve siyaset adamı. 1874 yılında Kırşehir'de doğdu. Harp Akademisindeyken çöküşe hızla yaklaşan Osmanlı İmparatorluğunun kaderini değiştirmenin yollarını arayan genç subaylar arasında idi. Hürriyetçi görüşleri benimsemiş olan Mustafa Kemal ve Ali Fuat Cebesoy gibi subaylarla yakın ilişkiler kurdu. Bu arkadaşları ile birlikte gizli bir gazete çıkarma çabası içine girdi.
Girişimin cezası korktuğundan hafif oldu ve rütbesinin geri alınmasını beklerken, sürgün niteliğinde bir atanma emri aldı. Mustafa Kemal ile birlikte Şam'a gönderildi.
İstanbul'da başlayan dostluk Şam'da daha koyulaştı. Mustafa Kemal ile hemen her vakit beraber idiler. Çok geçmeden sürgünde tanıştıkları, tıp öğrencisi Mustafa Efendi, düşüncelerine yeni unsurlar ekledi. Aslında o da siyasetle ilgilendiği için İstanbul'dan uzaklaştırılmıştı.
Çok geçmeden bu üç arkadaş düşüncelerini gerçekleştirmek için bir örgüt meydana getirmeye karar verdiler ve Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurudular. Gizli cemiyetin karargahı tıp öğrencisi Mustafa Efendinin dükkanıydı. Lütfi Müfit, Milli Mücadelenin başından itibaren eski arkadaşı Mustafa Kemal'in yanında yer aldı. Kurtuluş savaşının sonuna kadar cephelerde savaştı. Savaşın sonunda Binbaşılıktan emekliye ayrılarak Meclise girdi ( 1923). 1939'a kadar Milletvekilliği yaptı. Bu süre içinde bir ara Şehremaneti müfettişliği yapan Lütfi Müfit 1940'da İstanbul'da öldü.
DÜNYA ŞAMPİYONU
******HASAN ORBAY'I *****KUTLUYORUZ.
Merkez Kurtbeli Yeniyapan Koyu nufusuna kayitli Hasan Orbay,dunya rekoru kirarak avrupa okculuk sampiyonu olmustur.Bilgilerinize,saygilarimla
Sadık Orbay
Dayım Ahmet (Çavuş Ahmet) ve Anneannemin Köyü Kurtbeli Yaniyapandan Dünya Birincisi Okçu Gençİ canıgönülden Kutluyoruz.Başarılarının devamını temenni ediyoruz.
www.karincalikoyu40.com
"Bölüm 14 Kırşehir Ünlüleri"
|
|