AVŞAR BOZLAĞI
Muharrem ERTAŞ
Video
Bomboş Geldik Kaman'a
Avşarlara oyun edip sürdüler
Döneklere rütbe geldi duydun mu
Türkmenleri top- tüfek kırdılar
Ermeni'den casus oldu duydun mu
Boş kaldı yaylalar sürüsüz dağlar
Yıkıldı obalar analar ağlar
Bozoklu denilen yerdeki beyler
Göçmenleri soyuyormuş duydun mu
Cerit avşar birleşip de göçelim
Seyfe gölün soğuk suyun içelim
Kalmış ise dost ve yaren seçelim
Her bir taraf düşman olmuş duydun mu
Aşa aşa Çiçekdağı yol ettim
Kırşehir'geçip vadiye girdim
Yeşiller içinde bir belde gördüm
Muhaciri seviyorlar duydun mu
Dadaloğlu der ki dağıldık bittik
Gurbet ellerinde perişan olduk
Atları- sürüyü söyleyin nittik
Bomboş geldik şu Kaman'a duydun mu
Dadaloğlu
Kesik Çayır
Kesik çayır biçilirmi
Sular soğuk içilirmi
Bana yarden geçti derler
Seven yarden geçilirmi
Aman desinler desinler şeker yesinler
şu oğlan şu kıza yanmış desinler
Ankaranın tiren yolu
Gahı doğru gahı eğri
Canım benim anadolu
Gideyimmi senden gayri
Aman ben yandım yandım yandım
Ellerin memleketinde ağlendim kaldım
GÖRDÜM GÜVERCİN
DONUNDA OTURMUŞ
VİDEO
YAŞAYAN EFSANE SON OZAN NEŞET ERTAŞ
Ünlü Halk Ozanı Neşet Ertaş
Hayatı ve Şiirleri
Sesi ve sazı ile babası Muharrem Ertaş'ın yolunu sürdüren Neşat Ertaş, 1938 yılında Kırşehir'in Tırtıllar köyünde dünyaya geldi. Keman ve saz çalmasını öğrendi. Ankarada TRT radyo evine girdi. Güçlü derlemeleri olan ozanın kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardır. Halen Almanyada yaşamakta ve bir muzik evi çalıştırmaktadır.
Neşet Ertaş babası Muharrem Ertaş ile adeta Anadoludaki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal muzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları i ile donanmış bu muziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasını sağlamıştır.
BİLEMEDİM KIYMETİNİ KADRİNİ
Bilemedim kıymatını kadrini
Hata benim günah benim suç benim
Eliminen içtim derdin zehrini
Hata benim günah benim suç benim
Bir günden bir güne sormadım seni
Körümüş gözlerim görmedim seni
Boşa mecnun eylemişim ben beni
Hata benim günah benim suç benim
Bilirim suçluyum gendi özümde
Gel desem gelirdin benim izimden
Her ne çekti isen benim yüzümden
Hata benim günah benim suç benim
Sana karşı benim bir sözüm yoktur
Haklısın sevdiğim kararın haktır
Garibim derdimin dermanı yoktur
Hata benim günah benim suç benim
ANAM AĞLAR
Anam ağlar başucumda oturur
Derdim elli iken yüze yetirir
Bu dert beni yiye yiye bitirir
El çek tabip el çek benim yaramdan
Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan
Anama babama yüzüm kalmadı
Bir su ver demeye yüzüm kalmadı
Doktora tabibe lüzum kalmadı
El çek tabip el çek benim yaramdan
Ölürüm kurtulmam ben bu yaradan
YARE GİDEM
Yare gidem yare gidem
Yareliyim nere gidem
Bu derdimin dermanını
Almaya ben yare gidem
Saçlarını ben öreyim
Buna dayanmaz yüreğim
Seni vermem Ezraile
Ben öleyim ben öleyim
Yar elinde yar elinden
Yareliyim yar elinden
Dermansız bir derde düştüm
Dermanı var yar elinden
NEYLEDİN DÜNYA
Aydost deyince yeri göğü inleten
Muharrem usta'ydı bunu dinleten
Gönül kırmazdı bilerekten,bilmeden
İnsan velisini neyledin dünya
Sazını çalarken kendinden geçen
Gönülden gönüle kapılar açan
Aşkın dolusunu nefessiz içen
Gönül delisini neyledin dünya
Garibim babamdı muharrem usta
Bilirim aşıktı sevdiği dosta
Sazımın emaneti.." diyen en son nefeste
Sazın ulusunu neyledin dünya
AHU GÖZLERİNİ SEVDİĞİM
Ahu gözlerini sevdiğim dilber
Sana bir sözüm var diyemiyorum
Sırrımı ellere veremiyorum
Derdimi ellere diyemiyorum
Helal olsun al yanaktan aldığım
El uzatıp gonca gülün derdiğim
İnce belini tatlı dilini sevdiğim
Kırılsın kollarım duramıyorum
Al yanaktan aldıracağım azıktır
Tarama zülfünü gönlüm bozuktur
Öksüzüm garibim bana yazıktır
Destursuz yanına varamıyorum
DOYULUR MU?
Tatlı dile güler yüze
Doyulur mu doyulur mu
Aşkınan bakışan göze
Doyulur mu doyulur mu
Doyulur mu doyulur mu
Canana kıyılır mı
Cananına kıyanlar
Hakkın kulu sayılır mı
Zülüflerin dökse yüze
Yar badeyi sunsa bize
Lebleri meyime meze
Doyulur mu doyulur mu
Hem bahara hemi yaza
Yarın ettikleri naza
Yar aşkına çalan saza
Doyulur mu doyulur mu
Garibim geldik gitmeze
Muhabbetimiz bitmeye
Yar île sohbet etmeye
Doyulur mu doyulur mu
AŞKIN BENİ DELİ EYLEDİ
Aşkın beni deleyledi
Yaktı yaktı kül eyledi
El alemi kul eyledi
Yar beni beni...
Mecnunum sahra içinde
Yunusum derya içinde
Eyübüm yara içinde
Sar beni beni...
Aslı'yısan Kerim'i bul
Derde derman vereni bul
Garip gibi viranı bul
Sar beni beni...
İKİ BÜYÜK NİMETİM VAR
İki büyük nimetim var
Biri anam biri yarim
İkisine de hörmetim var
Biri anam biri yarim
Ana deyip de geçilmez
O yar anadan seçilmez
İkisine de kıymet biçilmez
Biri anam biri yarim
Birisi var etti beni
Birisi yar etti beni
İkisinin de birdir yari
Biri anam biri yarim
NEREDESİN SEN
Şu garip halimden bilen işveli nazlı
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen
Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen
Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo
Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyo
Boynu bükük bir Garibim yüzüm gülmüyo
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
KÜSTÜRDÜM GÖNLÜMÜ
Küstürdüm gönlümü güldüremedim
Baharım güz oldu yazım kış oldu
Gönüle yarimi balduramadım
Baharım güz oldu yazım kış oldu
Şu fani dünyada murad almadan
Eller gibi şad olup da gülmeden
Ellerin bağında gülü solmadan
Baharım güz oldu yazım kış oldu
AYVA TURUNÇ
NARIM VAR
Ayva turunç narım var
Benim ah ü zarım var
Hep derdinden ağlarım
Bir vefasız yarim var
Al almayı ver narı
Ağlarım zarı zarı
Tez günlerde gönderin
O ahu gözlü yari
Ayva turunç nar bende
Aldı aklım yar bende
Hiç melhem kar eyleme
Yar yarası var bende
Ayva turunç neyleyim
Halimi arz eyleyim
Zaten bende talih yok
Ta küçükten böyleyim
MÜHÜR GÖZLÜM
Mühür gözlüm, seni elden,
Sakinirim kiskanirim
Uçan kustan esen yelden
Sakinirim kiskanirim..
Yagan kardan, esen yelden
Sakinirim kiskanirim..
Havadaki turnalardan,
Su içtigim kurnalardan,
Giyindigim urbalardan
Sakinirim kiskanirim..
Besikte yatan kuzudan,
Hem oglundan hem gözünden,
Ben seni, senin gözünden,
Sakinirim kiskanirim..
Al izzet'i oncalardan,
Elindeki goncalardan,
Yerdeki karincalardan
Sakinirim kiskanirim
GÖNÜL DAĞI
Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçanın gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle yol gizli gizli
Seher vakti garip garip bülbül öterken
Kirpiklerin oku cana batarken
Cümle alem uykusunda uyurken
Kimseler görmeden gel gizli gizli
HAPİSANELERE GÜNEŞ DOĞMUYOR
Hapisanelere güneş doğmuyor
Geçiyo bu ömrüm de günüm dolmuyor
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor
Yok mu hapisane beni arayan
Bu zındanda ölem can gardiyan
Birer birer yoklamayı yaparlar
Akşam olur kapıları kaparlar
Bitmiyo geceler, olmaz sabahlar
Yok mu hapisane beni arayan
Bu zındanda ölem can gardiyan
Anamdan doğalı garip kalmışım
Acı hapisane aha genç yaşım
Benim zındanlarda neydi işim
Yok mu hapisane beni arayan
Bu zındanda ölem can gardiyan
YOLCU
Bir anadan dünyaya gelen yolcu
Görünce dünyayı gönül verdin mi
Kimi büyük kimi böcek kimi kurt
Merak edip hiç birini sordun mu
İnsan ölür ama uruhu ölmez
Bunca mahlukat var hiç biri gülmez
Cehennem azabı zordur çekilmez
Azap çeken hayvanları gördün mü
İnsandan doğanlar insan olurlar
Hayvandan doğanlar hayvan olurlar
Hepisi de bu dünyaya gelirler
Ana haktır sen bu sırra erdin mi
Vade tekmil olup ömür dolmadan
Emanetçi emanetin almadan
Ömrünün bağının gülü solmadan
Varıp bir canana ikrar verdin mi
Garip bülbül gibi feryad ederiz
Cehalet elinde küsmü kederiz
Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz
Dünya senin vatanın mı yurdun mu
NE GÜZEL YARATMIŞ
Ne güzel yaratmış seni yaradan
Esmesin sevdiğim yeller incidir
Güzelsin sevdiğim gülden goncadan
Uzanmasın sana yar yar eller incidir
Kipriklerin oktur kaşın yay kimi
Gözlerin aklımı etti zay gimi
Cemalin güneşe benzer yüzün ay gimi
Değmesin zülüfler yar yar teller incidir
KARANFİL SUYU NEYLER
Karanfil suyu neyler (gülüm)
Güzel kokuyu neyler (gülüm)
İki baş bir yastıkta (gülüm)
O göz uykuyu neyler (gülüm)
Le le le le Leylam yar
Hergün akşam böyle yar
Kötü isem söyle yar
Karanfil deste gider
Kokusu dosta gider
Sevipte alamayan
Gurbete hasta gider
ÇİÇEK DAĞI
Çiçekdağı derler de, var mı sana zararım
Yâr yitirdim uğrun uğrun ararım
Üç güneydi benim kavli kararım
Beş gün oldu nazlı yârim gelmedi
Derdime bir derman ver Çiçekdağı
Yârim hey, yine mi ben yandım
Hana vardım han değil
Penceresi cam değil
Bugün ben yâri gördüm
Ölürsem de gam değil
Çiçekdağı derler garibin yurdu
Hep orada arttı efkârı derdi
Zâlim felek beni yârden ayırdı
Yârden ayrılması zor Çiçekdağı
Yârim hey, yine mi ben yandım
Nakarat
Çiçekdağı derler methini etmek
Kolaymıdır seni terkedip gitmek of!
Hele şu gurbetin kahrını çekmek
Gel onu da bana sor Çiçekdağı
Şâhım hey, yine mi ben yandım
Nakarat
Al Yanak Allanıyor
Al yanak allanıyo
Sevdikçe ballanıyo
O yar çıkmış karşıma
Dal gimi sallanıyo
Aman etme bana bu nazı
Aman gel bana bazı bazı
Aman kız ben seni alırdım
Aman baban olmadı razı
Al yanak pembe pembe
Sevdan uyandı bende
Sevdanınan yanıyom
Hiç insaf yok mu sende
Aman etme bana bu nazı
Aman gel bana bazı bazı
Aman kız ben seni alırdım
Aman baban olmadı razı
Al yanak yaşmak ister
Göze yakışmak ister
Şu benim garip gönlüm
Yare konuşmak ister
Aman etme bana bu nazı
Aman gel bana bazı bazı
Aman kız ben seni alırdım
Aman baban olmadı razı
ACEM KIZI
Çırpınıp da şan Ovaya çıkınca
Eğlen şan ovada Gal Acem Gızı
Uğrun Uğrun Baş altından bakınca
Can Telef ediyor Gül Acem Gızı
Seni Seven Oğlan neylesin malı
Yumdukca gözünden döker mercanı
Burun fındık ağzı Gahve fincanı
Şekermi,şerbetmi bal Acem Gızı
Çekiç Ali*Osman Özdenkçi
GEL SEVELİM
Gel sevelim sevileni seveni
Sevgisiz suratlar gülmüyor canım
Nice gördüm dizlerini döveni
Giden ömür geri gelmiyor canım
Özü gülmeyenin yüzü güler mi
Sevgisiz muhabbet Hakk'a değer mi
Seven insan kaşlarını eğer mi
Zorunan güzellik olmuyor canım
Sevgi haktır seven alır bu hakkı
İçi güler dıştan görünür farkı
Sevmeyene akmaz sevginin arkı
Boş lafla oluklar dolmuyor canım
Bir zaman aşıkken sen de sevmiştin
O anda dünyayı nasıl görmüştün
Sanki cennetin bağına girmiştin
Çokları bu hakkı bilmiyor canım
Aşkın ateşine yandım alıştım
Bu ateş içinde aşkla tanıştım
Doğru mu yanlış mı deyi danıştım
Sevgisiz hakka kul olmuyor canım
Sevenin içinde yanar ışıklar
Kaybolur karanlık tüm dolaşıklar
Garibim sevenler bunca aşıklar
Boş hayale boşa yelmiyor cenım
N.ERTAŞ
Söz-Müzik Neşet Ertaş
ATIM ARAPTIR
Atım araptır benim amman amman
Haydi yüküm şaraptır benim vay vay
Bu yıl bölye giderse amman amman
Haydi halim haraptır benim vay vay
Emişim gümüşüm bir hoşum vay vay
Çokça da içmişim sarhoşum vay vay
Atım kara ben kara amman amman
Haydi kalk gidelim ılgara vay vay
Ilgar bize n'eylesin amman amman
Haydi kalk gidelim kızlara vay vay
Emişim gümüşüm bir hoşum vay vay
Çokça da içmişim sarhoşum vay vay
Çiçekdağı
Çiçekdağı derler de, var mı sana zararım
Yâr yitirdim uğrun uğrun ararım
Üç güneydi benim kavli kararım
Beş gün oldu nazlı yârim gelmedi
Derdime bir derman ver Çiçekdağı
Yârim hey, yine mi ben yandım
Hana vardım han değil
Penceresi cam değil
Bugün ben yâri gördüm
Ölürsem de gam değil
Çiçekdağı derler garibin yurdu
Hep orada arttı efkârı derdi
Zâlim felek beni yârden ayırdı
Yârden ayrılması zor Çiçekdağı
Yârim hey, yine mi ben yandım
Nakarat
Çiçekdağı derler methini etmek
Kolaymıdır seni terkedip gitmek of!
Hele şu gurbetin kahrını çekmek
Gel onu da bana sor Çiçekdağı
Şâhım hey, yine mi ben yandım
Nakarat
Ankara / 2003)
Neşet Ertaş
Niye Çattın Kaşlarını
Niye çattın kaşlarını
Bilmiyom yar suçlarımı
Ben ölürsem saçlarını
Yolma gayrı yolma leyli leyli yar
Ben yandım aşkın narına
Meyletmem dünya malına
Ben ölürsem mezarıma
Gelme gayrı gelme leyli leyli yar
Bir garibim düştüm dile
Gerçeklerde olmaz hile
Zalimler elinden bile
Alma gayrı alma leyli leyli yar
Neşet Ertaş
BİLEBİLSEYDİ
Söz/müzik:Neşet Ertaş
İnsanlar kendini bilebilseydi
Dünyada haksızlık kavga olmazdı
İnsan doğan yine insan ölseydi
Belki de dünyada hayvan kalmazdı
Hayvanlar yabanda sürüsüyünen
Geçinemez biri birisiyen
İnsan cennetinin hurisiyinen
Sevişseydi Hak yabana salmazdı
Tüm canların hak olduğun bilmese
Hakkın aşkı yüreğine dolmasa
O güzel cemale aşık olmasa
Kul Garibim bu sazını çalmazdı
HOYRATI ALEMDE
Söz/müzik:Neşet Ertaş
Hoyratı alemde kadere boyun
Zulmeyledi felek büktürdü bana
Yokluğun yükünü sardı sırtıma
Çekilmez çileler çektirdi bana
Zalim kader omuzumdan inmedi
Talihimde istediğim olmadı
Kahpe felek hiç halimden bilmedi
Ağlattı göz yaşı döktürdü bana
Garibim dünyada gülmedi yüzüm
Kahretti ağladı her iki gözüm
Kadere, talihe, feleğe sözüm
Ölmeden kefenim diktirdi bana
Söz-Müzik Neşet Ertaş
Erciyesten kar istersin
Dost bağından nar istersin
Gönül bilen yar istersin
Divane divane......
Divane gönlüm
Ağustosta kar mı olur
Her bahçede nar mı olur
Gönül bilmez yar mı olur
Divane divane......
Divane gönlüm
Sevgi herşeyden ezeldir
Sevgi herşeyi düzeltir
Sevince herşey güzeldir
Divane divane......
Divane gönlüm
Aklın alan bir çift gözdür
Bir tatlı dil güler yüzdür
Garibe dost olan azdır
Divane divane......
Divane gönlüm
OZAN ŞEMSİ YASTIMAN
MEMLEKET HASRETİ
Ölmez, sağ olursam bu yaz inşallah
Sılayı bir daha görmek istiyom
Kırşehir'e varsam ya ağşam, zabah
Topraklara. yüzüm sürmek istiyom
Harmana denk gelse, düvene binsem
Şöyle dabaz olup, kaşınsa ensem
Acık bağ bellesem, acık dinlensem
Çayıra bir pala sermek istiyom.
Kaman'ı, Mucur'u, Çiçekdağı'nı
Kındam, Dinekbağı, hem Özbağ'ını
Köylü, kentli, hastasını, sağını
Görüp bir muhabbet kurmak istiyom.
Bağ bozumu üzüm haftına batsak
Bekmez kazanına hayvalar atsak
Boranıynan damla şiresi datsak
Arı soksa, çamır sürmek istiyom.
Hacı Bektaş, Ahi Evran Sultanı
Aşık Paşa, Kaya Şeyhi cananı
İmarette neslim Şeyh Süleyman'ı
Aşk ile bağrıma sarmak istiyom.
Üç arkadaş şöyle bir bahça bulsak
Çalpıdan hatlayıp, bir üzüm yolsak
Sağbısı dutsa da, bir rezil olsak
O tatlı günlere ermek istiyom.
Ahievran, çarşı içi, hökümet
Kümbetaltı, Kayabaşı, İmaret.
Akrabayı, eşi dostu ziyaret
Uğrayıp, hal-hatır sormak istiyom.
Seğirdip, dolaşsak hep tarla dapan
Keklik dutmak için kursaydık kapan
Daş döğüşü olsa, vızlasa sapan
Kafamı, gözümü yarmak istiyom.
Ne büyüktür zevki yurdu görmenin
Kaç senenin hasretine ermenin
Dört bir yanda methedilen termenin
Şifalı suyuna girmek istiyom.
Bilmem ki olur mu gine becerim ?
Çayırda oynasak zıkka, acerim
Terleyip, karakıp, bir su içerim
Dalağım kabarıp, böğrmek istiyom.
Halam sağ olsa da, sesim duysaydı
Cebime devramel, iğde koysaydı
(Şunda yi) diyerek alma soysaydı
Cevizi de dişle kırmak istiyom.
Enteremi giysem, sümüğüm aksa
Koluma silerim, yağlığım yoksa
(Başangı) dır diye mahalle bıksa
Kesekle camları kırmak istiyom.
Bir de gitsem tezem beni görseydi
İçi çokelikli dürüm dürseydi
Hele azıcık da sızgıt verseydi
O an pirzolayı yermek istiyom.
Cesurluğum dutsa, şöyle kasılsam
Yaylıların arkasına asılsam
Kımçıyı yiyince yere yassılsam
Yollarda ağlayıp durmak istiyom.
Dayım gilden acık köğtür aldırsam
Emmim gilden armıt kak'ı buldursam
Ceblerime şak leblebi doldursam
Töhmeleyip, uşgur kırmak istiyom.
Ceviz kaval etsem, sakam da toksa
Çızgılı oynarım, eneğim çoksa
Koluma söylerken bir döğüş çıksa
Sumsuk yimek, hem de cırnak istiyom
Sögürmelik bir et çıksa satırdan
Höşmerim, çullama gitmez hatırdan
Kuşlukleyin hedik gelse tandırdan
Çölmeğin içine girmek istiyom.
Tok, çik, opban, mirre bir aşşık atsam
Sakanın dımığna kurşun akıtsam
Üç yüz enek ütüp, cebe bakıtsam
(Ne şişiyon la) dedirmek istiyom.
Bir hağbe kemeyi yüklesem sırta
Çıksam bir alamaç yapacak sırta
Beş gö suvan, üç kaynamış yımırta
Bazlama içine sarmak istiyom.
Görür m-ola bu fakirin gözleri
Delice Çay'ını, berrak özleri
Kıssıkkaya serinledir bizleri..
Neyleyım denizi, ırmak istiyom.
Bunları her daim arzular özüm
Memleket mahsülü vücuda lüzum
Tokaloğlu kaysı, dıranı üzüm
Tek, yimeyim, şöyle dermek istiyom.
Kim sorarsa yazdın bunları niye ?
Gelecek nesile kalsın hediye
Kırşehir'de doğdum, Türkmen'im dıye
Her yerde göğsümü germek istiyom.
Bir dügün olsa da bir kayın gitsek
Dokuz butlu tavuk lafını etsek
Dam pilavu, gelse yisek tüketsek
Davullu zurnalı dernek istiyom.
Ey Şemsi Yastıman, ümitli kulsun
Kısmet ise gayen yerini bulsun
Hemşeriler buna vasıta olsun
Kırşehir'e selam vermek istiyom.
ŞEMSİ YASTIMAN
Ankara;da Yedik Taze Meyvayı
Kaynak: Şemsi Yastıman
Derleyen: TRT Müz. Dair. Bşk.
Ankara;da Yedik Taze Meyvayı
Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı
Keskin;den De Sildirmeyin Künyeyi
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Ankara;yla Şu Keskin;in Arası
Arasına Kara Duma Durası
Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Babamın Oğlu Var Beni Neylesin
Trene Bindim De Tren Salladı
Zalim Doktor Ciğerimi Elledi
İyi-olursun Dedi Geri Yolladı
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Mezarım Başında Kuşlar Ötüşür
Benzim İçtim Ciğerlerim Tutuşur
Ağlama Hatice, Sefer Yetişir
Söyleyin Anneme Çalsın Nennimi
Kim Alırsa Alsın Nazlı Gelini
Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor
Annesinin Ciğerini Deliyor
Gelin Hatice;yi Eller Alıyor
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Gelin Hatice;yi Kimler Eylesin
Mezarımı Derin Kazın Dar Olsun
Edirafıda Lale Sümbül Bağ Olsun
Ben Ölüyom Ahbaplarım Sağolsun
Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı
Kadir Mevlam Böyle Yazmış Yazımı
|
OZANLAR:
ÂŞIK MUSA (....-1833 veya 1843)
Ünlü halk ozanı Kırşehir;e bağlı Savcılı Ağzıboz Köyü;nde yaşadığı anlaşılıyor. Doğum tarihi belli değildir. 1833 veya 1843;de öldüğü söyleniyor. Arı ve duru şiirler yazdı. Saz çalarak düğünlerde ve köy odalarında, şenliklerde söylediği şiirler hâlâ halkın ağzındadır. Toklumenli Âşık Said ile aynı yıllarda yaşamıştır ve ona saz öğretmiştir.
YAREDEN
Binbir ismin sahibine yalvardım,
Yaradan halimden bilmedi gitti.
Felek vurdu zel beline, bel verdim,
Varıyor dedim olmadı gitti.
Sel değdi yıkıldı gönül köprüsü,
Taş sandım, kerpiç imiş yapısı,
Örtülmüş açılmaz hacet kapısı,
Bir dileğim kabul olmadı gitti.
Mecnun, Leyla için fırkata daldı,
Delinmedi dağlar, Ferhat;a kaldı.
Saydım derdine yanmaz mı Cihan,
Musa bu dünyadan gülmedi gitti.
ÂŞIK SEYFULLAH (1896 ;1972)
Toklumenli Âşık Said;in dördüncü oğludur. 1896 yılında Toklumen Kasabası;nda doğdu. Kendi kendine okumayı öğrendi. Doğaya vurgundu, sıla özlemiyle doluydu. Güzel ve güzelliklere tutkun olduğu için dizeleri aşk tabloları ile doluydu. Çok yer gezmiş , çalıp söyleyerek ününü her tarafa yaymıştır.20 Aralık 1972;de öldü.
DÜNYANIN
Elvâl-i alemi ettin tahkikat
Kırık temelinde dalı dünyanın.
Arama kimsede asla hakikat
Hayıra açılmaz falı dünyanın.
Sakın esrarını söyleme ele
Derdin çoksa deme dertliye bile
Kıybet eder seni düşünür dile
İçi kalleş ile dolu dünyanın
Hocalar fetvayı tersine verir
Hükmü şeriatı aksine yürür
Kurşun yarasına okur, üfürür
Bozulmuş düzeni teli dünyanın,
Der Seyfullah samimi dost arama
Aldanmaki merhem çalar yarama
Bir noksanın görse ister cereme
Bulanık akıyor seli dünyanın
ÂŞIK HASAN (Nebioğlu) (1902-1989)
Mucur;a bağlı Geycek Köyü;nde doğdu. Askerliğini yaptıktan sonra şiirlerini söylemeye başlamıştır. Okuması yoktur. Şiirleri ve söyleyişi ile ün kazanan ozan sevda, doğa, yurt ve tanrı sevgisi ile şiir yazmıştır. 10 çocuk babası olan Aşık Hasan, şiirlerini ;Aşık Hasan;ın Bütün Şiirleri; adlı kitapta toplamıştır.
KAMAN DESTANI
Sabahleyin kalkmış mendil elinde,
Mor beliği parıldıyor dalında.
Yeni kalmış sandım Seyfe Gölü;nde
Irast geldim bir güzele Kaman;da..
Yeşil ördek gibi kanat kakışı,
Keklik gibi geri dönüp bakışı,
Ceylan gibi gerdanının nakışı,
Irasa geldim bir güzel Kaman;da..
Sabahleyin kalkmış dokunmuş seher,
Martın yedisinde tam evvel bahar,
Dururu selamına Kaman, Kırşehir
Irast eldim bir güzele Kaman;da ..
ADİL.G. VAHAPOĞLU (1943 -...)
1944; te Ardanuç Tosunlu;da doğan şair ve yazar Kırşehir;e yerleşti. İlk ve orta öğrenimini kendi ilçesinde gördü. Adana Düziçi Öğretmenokulu;nu, Erzincan Lisesi;ni bitirdi, edebiyat-hukuk öğrenimi gördü. 1974;ten beri Kırşehir Kale Ortaokulu;nda Türkçe Öğretmeni olarak çalışmaktadır. Kırşehir Barosu;na bağlı avukat olarak da görev yapan Vahapoğlu, evli ve 3 çocuk babasıdır. Başlıca eserleri: Ön Yağmur(şiir-1969), Taşlandıkça Büyüyen(şiir-1972), Şiir ve Özdeyişlerle Atatürkçülük (inceleme-1974), Hacı Bektaş Veli(deneme-1987), Atatürkçü Düşünce (araştırma-1960).
KURTULUŞUN ARDINDA
Karlı bir kır gecesi Mustafa Kemal
ben ve Kongre Caddesi Erzurum;da
23 Temmuz;u yaşıyorum
bağımsızlık sevdasıyla yeniden
tutuşmuş yüreğimle...
antların ne yücesiydi o:
;Ya bağımsızlık, ya ölüm;
fermansız imzalar, manda yok! Himaye yok!
Göç edilmez doğduğumuz topraklardan
Bağımsızlık olmaz, korkunun girdiği yerde
Ne de savaşsız gelir mutlu günler
Irmak boylarından, ovalardan,
Yaylalardan toplanan burca insan
İnanmışlar güvenle bir pınar bulmuşlar
Bir pınar ki uzar gider uzakta doğuya,
Ayakta bir ulus olmak, adam olmak, halk olmak
Yaşamak sonsuzca...
ASIM GÖNEN (1945 -......)
Artvin doğumlu ,Kırşehirli bir ozandır. 1983 Gösteri Dergisi ,1988 Enver Gökçe şiir
Başarı ödülleri aldı.Çeşitli dergilerde yazdı.Evli ve 3 çocuk babası ozanın ;Sen Ayrılağa
Eyerli Şarkısın;(1987)ve ;Acının Volkanı; (1990)adlı iki şiir kitapı bulunuyur. Ozan,
halen Kırşehir 24 Aralık İlkokulu;nda öğretmenlik yapıyor.
DAMLA DAMLA
Bazen kar tanesiydi üzerinde
Bazen baharlar dolusu güneşti çiçeklerin
bazen kaçırıp gözlerini gözlerinde
bazen arzular dolusu teslim edişin
özlemin en susamış dalında
oğulmuş bir yaprakken gözlerim
üç nefeslik bir an gibi
bırak gözlerimde kalsın
en serin kuyusu gözlerinin
AŞIK BOYACI(Esat Hüseyin Canıtez) (1914 ;4 Şubat 1990)
;Aşık Boyacımahlasıyla şiir yaza halk ozanı Esat Hüseyin Canıtez;in 3.500;de fazla milli, dini ve mahalli şiiri bulunmaktadır.Kırşehir;de doğan Aşık Boyacı ilk ve orta okulu burda okudu. Çeşitli mesleklerden sora ;boyacılık; (tabela) yapmaya başladığı için çevresinde ;Aşık Boyacı; diye alınır. Ünlü ve güçlü ozanı, ;Kalbimin ışıkları; ;Bayrak ve Toprak;Türk Oğluyum Türk Oğlu; adında üç şiir kitabı yayınlandı .
KIRŞEHİRİM
Adına tadına kurban olduğun
Her yanın bir cennet,gül pare pare
Bilmedim senin için benden nolduğun
Akar gözlerimden sel pare pare
Ne kadar güzelsen böyle kadersiz
Ne kadar zayıfsın gözlerin fersiz
Senin, benim günüm geçmez kedersiz
Üstümüz bulutlu yer pare pare
Dulmusun, yetim mi, süslenemezsin,
Hani evlatlarına seslenmesin,
Sen kendi başına beslenemezsin,
Tutamam elinde el pare pare.
Noldu sana böyle anam kırşehir,
Edir bu çektiğin çile ile kahır,
Tertemiz havan, suyu, panzehir,
Akar derelerden sel pare pare.
Meyven sebzen boldur alan bulunmaz,
Haritada adın güzeldir okunmaz
Uzanıp bir el de sana dokunmaz,
Öter bülbüllerin pare pare.
Kındam;ın bir alem , Bağbaşı;n bir alem
Dinekbağın düşürür herkesi aşka,
Ahi Evran ile ya Aşık Paşa,
Gece karnlık yol pare pare.
Tarihine baktım binleri yazar,
Bağrına kazılmış bir ulu mezar,
Eliboş yiğitler kahvede gezer,
Açar çiçekleri gül pare pare.
Her hafta yazılır boyacı ahı,
Yarabbi nedir ki , yurdun günahı,
Perişan yatıyor şehitler şahı,
Vaziyet böyledir, hal pare pare.
ÇEKİÇ ALİ (1993- 1973)
Mahalli sanatçı yöre türkülerini içtenlikle söylerdi 40 yaşında vefat etti.
Karamanda benim yarim karama
Bekar olsamda askerliğimi aramam
Sen orda be burada duramam
Çekerim ayrılığı gider bir zaman
DURSUN KAYA (1934 - ...)
Kırşehir;e bağlı Kaman İlçesi;nin Hamit Köyü;üde (şimdi kasaba oldu) doğdu.9 kardeşin en küçüğü olan Hahitli Aşık Dursun Kaya okumamıştır. Dünya görüşü geniş olan aşık, köy yerinde pek çok işi denemiş, bir zaman Kırıkkale;ye göç ederek orada bakkallık yapmıştır. Alım-satım işleriyle uğraşmış; bakkallık, çerçicilik, celepçilik (mal alıp satma),çiftçilik, avcılık ve daha pek çok işle uğraşmıştır.7 çocuk babası olan aşığın okumaya ve okutmaya karşı ilgisi oldukça fazladır. Halen Hamit Kasabasın da çiftçilikle uğraşan Aşık Dursun Kaya, şiir yazmaya devam ediyor. Aşık Kaya;nın 4 şiiri mahalli saatçılar tarafından plaklara okunmuştur.
ÂŞIK SAİT (1835 - 18 Ocak 1910
Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar
Nasıl Getireyim Seni Ele Ben
Ya Bir Şahin Olsam Sen Bir Balaban
Taksam Kaynağıma Gitsem Çöle Ben
Der Said'im Görür Zatı Zad İle
Aldırdım Yarimi Bir İspat İle
Göksü Sülenbetli, Tosun At İle
Yar Terkimde Hep Gideyim Çöle Ben
Aşık Said 1251 (1835) yılında Kırşehir iline bağlı Toklumen Köyünde doğmuştur. Değirmenci Oğulları denen bir aileden gelmektedir.
Said, okuyup yazmayı önce köyün hocasından öğrenmiş, sonra 18 yaşlarında Kayseri'ye giderek iki buçuk yıl medrese öğrenimi görmüştür.
Üç kez evlenmiş ve bir çok çocukları olmuştur. Bunlardan dördünün erkek, birinin kız olduğu kesindir. Ayrıca bir oğlu ile bir kızının olduğu da söylenmektedir. Adil ve İbrahim adlarındaki iki oğlu aynı günde ölmüş. Nuri adındaki oğlu 1290 (1874) deki büyük kıtlıkta keme (domalan) toplamak üzere Kızılırmak'ın karşı kıyısına geçerken sandalın devrilmesi sonucu boğularak ölmüştür. Şairin kendisinden sonra yaşayan tek oğlu, O'nun gibi bir halk şairi olan Aşık Seyfullah'dır.
Haşim adındaki bir kardeşi Silifke'de mutasarrıflık yapmıştır. Aşık Said, Kızılırmak üzerinde kayıkçılık yapardı. Çiftçilikle de binicilik sevdiği uğraşlardı. Emmileri de kayıkçılık yapıyormuş, öyleyse bu uğraş onlardan gelmiş olmalı kendisine. O, bir taraftan kayıkçılık yaparken, bir taraftan da ülkenin bir çok il ve ilçelerini dolaşmış ve sazına oralardan da teller bağlamıştır. Dörtlüklerinde çok yerleri gezdiğini, <<Yedi iklim dört köşeyi>> dolandığını bildiriyorsa da, adlarını saymıyor. Görüşmelerimizden ve şiirlerinden çıkarabildiğimiz kadarıyla Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Konya, Kayseri, Maraş, Antep, Adana, Mersin, Silifke, Tarsus, İzmir, Manisa, Haymana, Şereflikoçhisar, Aksaray, Keskin bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Yemen'e de gitmiştir. Gezdiği yerlerde etkilenme derecesine göre şiirler yazmış, türküler, düzmüş.
Bölgedeki yaşlı ve konuya yakınlık duyan kişilerden Aşık hakkında edindiğimiz diğer bazı bilgilerin de buraya aktarılması uygun düşer sanırız.
Bir görüşe göre dôrt, bir gôrüşe göre altı yıl askerlik yapmış Yemen'de. <<Yemen'e giderken>> başlıklı şiirinde, asker olarak Yemen'e gittiğini belirleyen bir açıklık yoksa da, bölgede askerlik hizmetini, Yemen'de yaptığını savunanlar az değildir. Nitekim askerden sevgilisine yolladığı <<Mektup>> adlı şiirindeki:
Leylayı yitirmiş Mecnuna döndüm
Yana yana ıssız çölü beklerim
mısraları askerliğini Yemen'de yaptığı şeklindeki görüşleri oldukça açıklığa kavuşturmakta, buna <<Yemen'e Giderken>> şiirindeki :
Yemen'den karalı haber geliyor
Nice yiğitler de hasret ölüyor
sözleri de eklendiğinde, askeriliği Yemen'de yaptığı büyük oranda doğruluk kazanıyor.
Türkü söylemeğe genç yaşında başlamış ve sözlerini sazının tellerine ustaca dökmesini becermiş. Bağlama çalmayı kendi kendine öğrendiğini, küçük yaşta başladığını söyleyenler çoğunlukta ise de, çocukluğunda komşu köylerden birinde ünlü bir saz erinin yaşadığını ve bu usta kişiden öğrenmiş olabileceğini ileri sürenlerde çıkmıştır. Bu kişilerin sözleri tahminden öte geçmediği gibi, isim ve yer de bildirmediklerinden ve hayli azınlıkta olduklarından Şair'in bağlamayı kendi kendine öğrendiği daha çok kesinlik kazanıyor.
Kırk beş yaşına kadar sazını ilhamlarının dili haline getiren Aşık, bu yaştan sonra çok sevdiği sazını bırakmıştır. Sazını erken bırakması iyi mi olmuştur, kötü mü bilemeyiz. Gerçek şu ki, Aşık Said bu gün bağlama tellerinden dökülen türküleriyle yaşayan ozanlardan biri. Türkülerinin çoğu, memleketi olan Kırşehir ve çevresinde hala yaşamaktadır. Derlenemediği için unutulanlar olsa bile. Ayriyeten incelemeler sırasında Kırşehir folklorundaki yerini ve önemli payını saptamış bulunuyoruz. Üstelik yaşadığı dönemde de türkülerinin yaygın ve tutulur olduğu tartışmasız söyleniyor.
Genel kanı Aşık Said'in yanık ve çok güzel olduğu, türkülerini içinden geldiğince okuduğu başladığını tamamlamadan geçmediği, dinleyenlerin ona uyarak sessizce ve zevkle havasına girdikleri biçimindedir. Görüşmelerimiz sırasında, bağlamayı ender bir ustalıkla çaldığını, bir söylediği parçayı uzun bir süre geçmeden bir daha söylemediğini öğreniyoruz. Bize verilen bilgiye göre, şu örnekler anlatılanları doğrular niteliktedir:
Bir düğünde davetliler arasında, zamanın önde gelen eski bir bağlama erbabı da bulunuyor. İlkin bu sanatçı alıyor tezeneyi ve yumuluyor sazın göğsüne ve tellerine. Çalıyor ve söylüyor. Dinleyenler mest oluyor, bir hayranlık rüzgarı esiyor oracıkta. Sonra sıra genç Aşık Said'e geliyor, hem çalıyor, hem söylüyor. Sesi ve sazı o kadar güzelmiş ki, kendisini ilk kez dinleyen ünlü kişi bağlamasını eline alarak ayağa kalkmış, övgüsünü damgalar gibi ortasından kırıvermiş herkesin önünde.
Gene bir gün, dört gelin kız su dolduruyor bir pınardan. Oradan geçmekte olan Said, bir söğüdün gövdesine yaslandıktan sonra, <<Ay Dost!...>> diye başlıyor çalıp çığırmaya, kızlar bu güzel, bu yanık, bu içten konser karşısında testilerini yere çalarak beğenilerini açığa vuruyorlar.
Bütün bu özelliklerinin normal gereği ise, Said'i zamanın aranan, beklenen kişisi yapmasıdır. Her taraftan sık sık ziyaretine gelenler olurmuş. Çoğunluk ise avcı arkadaşları. Yaşlı bir köylü hem kendi gördüklerine, hem de duyduklarına dayanarak şunları açıklıyordu bu konuda: Said'in deden kalma bir odası varmış. Çevre köylerden ve daha uzak yerlerden Said'i ziyarete gelenler eksik olmazmış. Gelenler dedesinin köy odasında ağırlanır, bazen sabahlara kadar yarenlik edilir, çalınır, söylenirmiş. Gelenler bu odada gecelerlermiş. Bundan da. anlaşılıyor ki Aşık'ın adı biliniyor ye söylüyordu dillerde: <<Said Avcı>> şiirinde bunu kendisi de açığa vuruyor:
<<Söylenir namımız halkın dilinde.>>
Said'in bir tutkusu da şahan. Ava çıktığında olduğu gibi, çıkmadığı zamanlarda da elinde, omzunda şahanla dolaşırmış. Aşik'ın şahana olan sevgi ve tutkusunu şiirlerinde de görüyor ve bize verilen bilginin gerçek olduğu sonucuna varıyoruz:
Yavru bazım konmuş kolun üstüne
Dökmüş saçlarını belin üstüne
Şahinimi salmış idim yabana
Mail oldum ben bir kaşı kemana
Ün eyledim yüce dağlar salından
Gözü kara bir balaban kuş ile
Elde bazım kalktım keklik avına
Yol alanda Ağızboz'un dağına
Bir şiirinde de şöyle duyurur kolundaki Şahini:
Davet olsam dost köyüne okunsam
Yavru şahinimi kolda götürsem.
Bu örnekler dışında, şahan, şahin, balaban, baz gibi adlarla bu kuşlara düşkünlüğünü belli eden satırlarına çokça rastlıyoruz.
Aşık Said'in, kadınlara olan eğilimi ayrı bir özelliği olarak çıkıyor karşımıza. Ne var ki bu noktadaki görüşler şehre ve köye göre değişiyor. Kırşehir'de kadınlara aşırı düşkünlüğün kanısı yaşarken, kendi köyünde, <<vardı, aşırı değildi>> şeklinde söyleyenlere rastlıyorduk. Gel gelelim şiirleri ve hayatına ait kısa bilgiler birinci görüşü daha bir haklı çıkarır nitelik taşıyor.
Gene köyünden edindiğimiz bilgiye göre dindar, namazını kaçırmayan, çok dürüst ve doğru bir karakter adamı imiş. Zaten bu ve benzeri özelliklerinin sosyal yanı olan bütün şiirlerinde, kuşkuya yer kalmayacak şekilde tam bir açıklıkla görebiliyoruz.
Evet ozanın yaşadığı dönemle ilgili bilgiler şimdilik bu kadarla bitiyor. Bitiyor ama, bir perde eksiğiyle ancak. Derken bir gün gelmiş, bağlamış Said'i hasta döşeğine. Ne var ki, elinden ve dilinden alamamış türküsünü, koşmasını, destanını. Söylemiş, yazmış hasta yatağında bile yaşlı Ozan. Hem de geleceğini kestiren bir adamın acı gerçeklerini yaşıyordu artık. Biraz yakınmalı, tersine minnetsiz ve üstelik korkusuz :
Yüklettin bahranı kaçarım diye
Kol kanat bağladın uçarım diye
Şu yalan dünyadan, göçerim diye
Kırdın kanadımı kolumu felek
Gözümden akıttım demü zarımı
Felek yaman aldın kolay yanımı
Vadem yetti ise gel al canımı
Sana minnet etmem bir canı felek
Şu yalan dünyada yolumuz büke
Çevirdim yönümü yalvardım hakka
Giydirdin gömleğe istemez yaka
Yolumu yolsuza düşürdün felek
Hasta döşeğinde böyle yazan Aşık, ardından minnet etmediği canını da veriyor ve Toklumen'e gömülüyor. Yazık, fırsat buldukça gittiğimiz bölgede, hele Aşık'ın kendi köyünde yaptığımız soruşturmalarda mezarının yerini bilen kimse çıkmamıştır.
Öldüğünde 75 yaşındadır. Yıl 18 ikinci Kanun 1326 dır. (18 Ocak 1910) Yastığının altından kendi el yazısıyla yazılmış <<Son Türküsü>> de çıkmıştır:
Said bu rüyaya aldanama boşa
Götü azık bir gün gelecek başa
Senin günahların gökleri aşa
Sana baki değil bu Toklueğemen
Evet Toklumen ona da kalmamıştır. Zaten o da herkes gibi bu dünyada konuk olduğunu biliyor ve şöyle açıklıyordu önceden:
Anamın rahminden yere düşmeden
Dokuz ay yaslandım handa misafir
Bu gün, geldim ise yarın giderim
Ben bir ulu kervan hana misafir
Gayri Aşık'ın da misafirliği de bitiyordu. Misafirliği bitmeyen ise onun sözleri, sazından kalan seslerdi. Bu gün var olan, yaşayan iki gerçek.
Eserlerinden bazıları:
Yar İçin
Aman Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar
Nasıl Getireyim Seni Ele Ben
Ya Bir Şahin Olsam Sen Bir Balaban
Taksam Kaynağıma Gitsem Çöle Ben
Şahinimi Salmış İdim Dumana
Mail Oldum Ben Bir Kaşı Kemana
Sevdim İse Yarim Sevdim Kime Ne
Ne Etmişsim Şu Dolaşan Ele Ben
Koyunları Kuzu İle Karışık
Yüze Küskün Ama Kalbi Barışık
Siyah Perçemi De Zülfü Dolaşık
Yeni Düştüm Düzen Tutmaz Tele Ben
Der Said'im Görür Zatı Zad İle
Aldırdım Yarimi Bir İspat İle
Göksü Sülenbetli, Tosun At İle
Yar Terkimde Hep Gideyim Çöle Ben
Emine
Tor Şahin Misali Eydirip Bakma
Artar Bülbül Gibi Zarı Gözlerin
Cemalin Şevkine Cihanı Yakma
Yaktı Bu Cihanı Nara Gözlerin
Kaşların Katlime Ferman Yazdırır
Aşıkları Diyar Diyar Gezdirir
Lokman Bekim Gelse Yaram Azdırır
Nedir Bu Derdime Çare Gözlerin
Dökülmüş Ruyüne Tel Gibi Saçlar
Kiprikler Sineme Tel Gibi İşler
Mah Cemal Üstünde Ol Keman Kaşlar
Yakıyor Canımı Kara Gözlerin
Cemalin Görenler Hep Mecnun Gider
Seni Seven Yiğit Dünyayı Nider
Azrail Misali Ban Harap Eder
Kasdeyler Canıma Kara Gözlerin
Pek Densiz Sallanma Sen De Bulursun
Dünya Baki Değil Sen De Ölürsün
Etme Bu Cefayı Kanlım Olursun
Deli Etti Beni Kara Gözlerin
Said'im Düşmüşsün Ah İle Zare
Beni Mecnun Eden Bir Gözü Kare
Aradım Derdime Bulunmaz Çare
Anca Bu Derdime Çare Gözlerin
Kerem Eyle
Eylen Güzel Eylen Haber Alayım
Bir Suvalim Vardır Dur Kerem Eyle
Seni Dertlerime Derman Dediler
Bu Kadar Hizmetim Gör Kerem Eyle
Bir Yenilmez Sevda Var İdi Bende
Ciğer Yarasıdır Onmaz Teninde
Dediler Derdimin; Dermanı Sende
Etme Bu Cefayı Yar Kerem Eyle
Suna Boylum <<Heye>> Demez Sözüme
Kaldırıp Başını Bakmaz Yüzüme
Muhabette Oturuncu Dizime
Kolların Boynuma Sar Kerem Eyle
Kara Gözlüm Gel Ağlatma Boşuna
Merhamet Kıl Gözlerimin Yaşına
Ben Ölünce Mezarımın Başına
Ağlayı Ağlayı Var Kerem Eyle
Said'im Çekersin Daima Elem,
Mümkün Mü Yar İle Murada Erem
Gitmeyem Hasretlik Yüzünü Görem
Gelipte Halimden Sor Kerem Eyle
Eşi İçin
Nasıl Vasfedeyim Bir Danem Seni
Rumeli Bosnayı Değer Gözlerin
Emsalin Yok Senin Yalan Dünyada
Karsı Akıskayı Değer Gözlerin
Unutmuş Kalmışım Erzurum Vanı
Koca Sivas İle Tekirdağını
Ne Var Ankara Da Kayseri Seni
Samsunu Yozgadı Değer Gözlerin
Kimsede Görmedim Sendeki Nazı
Tunusu Trablusu Mısır Hicazı
Yemeni San'ayı Acem Şirazı
Belhi Buharayı Değer Gözlerin
Evvelden Bilirim Ben Seni Maraş
Selamına Dursun Hint İle Habeş
Bağdadı Basrayı Versem Başabaş
Halebi Antebi Değer Gözlerin
Aşık Sait Seni Eyledi Meti
Yanaktan Bir Puse Kula Himmeti
Yüz Bin Sarraf Gelse Bilmez Kıymeti
Büsbütün Dünyaya Değer Gözlerin
Ne Güzel Uymuş
Şu Kendi Kendime Bir Fikreyledim
Mor Dağlara Duman Ne Güzel Uymuş
Sığındım Mevlama Çok Sükreyledim
Müslümana İman Ne Güzel Uymuş
Düğünde Bayramda Ederler Zinet
İslamın Boynuna Farz İle Sünnet
Kafire Cehennem Mümine Cennet
Kör Şeytana Nalet En Güzel Uymuş
Müminler Camiye Sererler Halı
Ben Deli Değilim Sen Ettin Deli
Allahın Arslanı Hazreti Ali
Eline Zülfikar Ne Güzel Uymuş
Said'im Der Küffar Tapar İsaya
Amel Getirirler Eğri Asaya
İncil İsa İçin Tevrat Musaya
Kur'an Muhammed'e Ne Güzel Uymuş
Kırşehir Türküsü
Çıktım Yükseğine Seyran Eyledim,
Al Yeşil Bahçeli Kaman Görünür.
Firkat Geldi, Ah Eyledim, Ağladım.
Kılıçözü Çayır Çimen Görünür.
Biter Kırşehir'in Gülleri Biter,
Çırpınır Dalında Bülbüller Öter,
Çok Olur Güzeli Hep Yeni Biter,
Kaşının Üstünde Keman Görünür,
Gün Be Gün Artırdım Ah İle Zarı,
Elinden Alırdım Gül Yüzlü Yarı,
Arzum Sende Kaldı Koca Kayseri,
Erciyas Başında Duman Görünür.
Said'im Çekersin Her Zaman Keder
Gurbetlik Daima Benimle Gider,
Bu Aşkın Elinden Çektiğim Yeter,
Sevdiğim Yılların Yaman Görünür.
Yeğ İmiş
Kulak Verdim Dört Köşeyi Dinledim
Ardım Sıra Gıybet Eden Çoğumuş
Çok Yaşayıp Kötü Günü Görmeden
Az Yaşayıp Bir Dem Sürmek Yeğ İmiş
Çadır Kurup Sahralara Konardım
Hünkar Sofrasında Elim Sunardım
Kargı Alıp Tosun Ata Binerdim
Anın Dahi, Bir Faydası Yoğumuş
Nazar Kıldım Her Tarafa Köşeye
İltimas Çok Ağa İle Paşaya
Var Mı Bu Dünyada Ebed Yaşayan
Yolu Çıkmaz Bir Yücecik Dağ İmiş
Der Aşık Said'im Üfülür Surler
Hallaç Mansur Gibi Atılır Yerler
Yer Yüzünde Kalmaz Bir Tane Erler
Diyen Olmaz Adam Sağ İmiş
Sürmeli Değil
Ilgıt Ilgıt Esen Seher Yelleri
Yar Gelip Geçtikçe Değmeli Değil
Ak Elleri Boğum Boğum Kınalı
Ah Neyleyim Gözler Sürmeli Değil
Doldurmuş Helkeyi Ben Deyip Gider
Açmış Ak Göksünü Yel Dövüp Gider
Ela Göze Sürme Çekmiş Çevreder
Mahellenden Bir Yar Sevmeli Değil
Ben Bu Derelerde Konup Göçmedim
Aşkın Badesinden Dolup İçmedim
Fırsat Elde İken Alıp Kaçmadım
Öldürmeli Beni Dövmeli Değil
Bizim İlde Ak Sayayı, Giymezler
Giyip Giyip Ak Topuğu Dövmezler
Sen Güzelsin Ben Said'e Vermezler
Düşüp Kız Sevdana Yelmeli Değil
Dünya Boş İmiş
Feryad Edip Hiç Bir Dala Konmadan
Gönül Havadaki Dönen Kuş İmiş
Gam İle Mihneti Mesken Edindim
Bir Bakarsan Yalan Dünya Boş İmiş
Seher Vakti Bülbüllerim Ötmedi
Çok Rica Eyledim Sözüm Tutmadı
Bir Vakit Hoş Günüm Devran Etmedi
Kahpe Felek Kara Bağrım Taş İmiş
Allı Turnam Ayrılmazdı Katerden
Bahanam Yok Ayrılamam Kaderden
Dünyaya Bakmadan Gamü Kederden
Benim Başım Ne Belalı Baş İmiş
Seher Vakti Bülbül Başlar Figana
Hele Bir Nazar Kıl Fani Cihana
Nice Canlar Geldi Geçti Bu Hana
Güvenmeyin Dostlar Dünya Düş İmiş
Said'im Çekiyor Gam İle Keder
Hakka Aşık Olan Dünyayı Nider
Misafirhanedir Gelenler Gider
Yeni Bildim Yalan Dünya Boş İmiş
Hasta Döşeğinde
Gülmedim Dünyaya Geldim Geleli
Akıttın Gözümün Yaşını Felek
Evvelden Onmayan Şimdi Onar Mı
Attın Tünden Tüne Aşımı Felek
Yüklettim Barhcanı Göçerim Diye
Kol Kanat Bağladın, Uçarım Diye
Şu Yalan Dünyadan Göçerim Diye
Kırdın Kanadımı Kolumu Felek
Gözümden Akıttın Demü Zarımı
Felek Yaman Aldın Kolay Yanımı
Vadem Yetti İse Gel Al Canımı
Sana Minnet, Etmem Bir Canı Felek
Şu Yalan Dünyada Yolumuz Büke
Çevirdim Yönümü Yalvardım Hak'ka
Giydirdin Gömleği İstemez Yaka
Yolumu Yolsuza Düşürdün Felek
Der Aşık Said'im Okuyan Yazar
Yazdığım Yazıyı Yaradan Bozar
Ellerin Sevdiği Salınıp Gezer
Hemen Bana Mıdır Bu Zulmün Felek
Son Türküsü
Tüter Cehennemin Dumanı Tüter
Acep Mevla Bana Gazap Mı Eder
Cümle Halk Yüzleri Üstüne Yatar
Haykırır Ün Verir Ateşi Suzan
Mevlam Kullarına İnsin Rahmetin
Çektirmesin Cehennemin Zahmetin
Hep Bağışlar Habibine Ümmetin
Eder Kullarına Bin Türlü İhsan
Said Bu Rüyaya Aldanma Boşa
Götür Azık Bir Gün Gelecek Başa
Senin Günahların Gökleri Aşa
Sana Baki Değil Bu Tokluğemen
Cahit OBRUK
Aşık Hüseyin
Gönül arzeyliyor dostu sılayı
Engel bırakmıyor buna ne dersin
Eller beğenmezken balı hurmayı
Evdeki tükenen una ne dersin.
Kimi doğru gider kimi şaşırmış
Kimi kağnısını dağda aşırmış
Hüseyin yolunu sarpa düşürmüş
Devresi bilinmez yola ne dersin.
19. yüzyılın güçlü ozanlarından olan Aşık Sülük Hüseyin'in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1838 kıtlığına söylediği bir destan, onun 1815-1820 yıllarında doğmuş olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Elli dört senesi bahar ayları
Hep kurudu dereleri çayları
Açlık sardı şehir ile köyleri
Aman Allah ne olacak halimiz.
Aşık Sülük Hüseyin'in doğum tarihi gibi ölüm tarihi de bütün araştırmalarımıza rağmen şimdilik bilinmezliğini korumaktadır.
Etem Paşa orduların başında
Erzel Paşa gezer düşman peşinde
Gündüz hayalimde gece düşümde
Yatın dağlar geçeceğim ardına
Evelallah güveniyom orduma.
Tarihçi Yılmaz Öztuna'nın bildirdiğine göre, Müşir Edhem Paşa komutasındaki orduda görev yapan Kırım ve 93 Harblerine katılan ve Aşığın dizelerinde adı geçen Erzel Paşa, 18 Nisan 1897 Türk Yunan savaşında şehit düşmüştür. Bu savaşa bir destan söyleyen, dolayısıyla 1897'de hayatta olan Aşık Hüseyin'in 1900'lerin başında, tahminen 85 yaşlarında vefat ettiğini söyleyebiliriz.
Turnam giderseniz bizim yaylaya
Bir aşık Urumda yasta di n'olur
Engizekte yerişirsen obaya
Sıtmaya tutuldu hasta di n'olur.
Yukarıdaki dörtlüğünde ve muhtelif şiirlerinde de dile getirdiği gibi, kışın Anadolu'da, yazın Toroslardaki yaylalarda yaşayan, doğum yeri ise kesin olarak bilinmeyen ozanın son ikamet ettiği yer; Kırşehir, Mucur, Küçük Kavak köyü, Cilt. 37, Hane 22, numarada Bozbıyıkoğlu Hüseyin olarak, Mucur Nüfus Müdürlüğünde kayıtlıdır. Yine aynı nüfus kayıtlarında hanımının adı Ümüş olan Aşık, bir şiiriyle de bunu doğrulamaktadır:
Hüseyin'im nettik Kadir Mevlaya
Bizi hasret koydu bağa harmana
Kaderimiz buymuş Ümüş ağlama
Baharımız kara geldi bu sene.
Bozbıyıkoğulları namıyla anıldıklarını bir şiirinin son dörtlüğünde Aşık Sülük Hüseyin şöyle dile getirmektedir:
Devran dönsün poyrazınan eseyim
Ferman padişahın kime küseyim
Yurt tuttu Acıöz'ü Sülük Hüseyin
Dedem Bozbıyık Türkmen değil mi?
Bu dizelerden de belirtildiği gibi, nüfus kayıtlarında Bozbıyıkoğul1arı namıyla anılan ozan, o bölge halkı tarafından Aşık Sülükoğulları veya Aşık Sülükler olarak bilinmektedir.
Mezarımı yol üstüne kazsınlar
Baş taşıma Aşık Sülük yazsınlar
Gelen geçen öldüğümü duysunlar
Gelin dostlar helallaşmak günümdür.
diyen Aşık Sülük Hüseyin, bu dörtlüğüyle de o yörede kendilerine Aşık Sülükler denildiğini kanıtlamaktadır.
Zorladılar yesir gittik Uruma
İskan olduk Acı suyun kıyına
Alışmadık ivezine şoruna
Sinekte sıtmada yatılmaz oldu.
Dörtlüğünde belirttiği üzere, Aşık Hüseyin ve ailesi de diğer Türkmen aşiretleri gibi devlet tarafından zor kullanılarak Toroslar dan Orta Anadolu'ya iskan edilmişlerdir. Bir Türkmen aileye mensup olan ozanın, ilk önce Mucur'a bağlı Aydoğmuş ile Karacalı köyleri arasında kalan Sülüklü Bel denilen bir yerde oturduğunu, fakat Kırıklı köyünden veli adlı bir eşkıyanın zoruyla, yakınlardaki Aflak (Altınyazı) köyüne göç ettiklerini ozanın kendisinden dinleyelim:
Bizim meskenimiz Sülüklü Beli
Eser sam yelleri soldurur gülü
Bize kan kusturdu Kırıklı Veli
Isıtmalı sıracalı maççalı.
Hüseyin'im gene kalktı göçümüz
Gurbet elde kaldı Haçça bacımız
Başa bela haramzede piçiniz
Isıtmalı sıracalı maççalı.
Yukarıda da belirtildiği gibi. Aşık Sülük Hüseyin'in iskan olayından sonra, bir zamanlar Mucur'a bağlı Aflak (Altınyazı) köyünde oturduğu, yakın zamana kadar evlerinin yerinin dahi belli 61duğu söylenmektedir. Yine o köydeki bir ine (mağara) Aşık Sülük Hüseyin'in ini dendiğini, otuz yıl önce o bölgede imamlık yaptığım dönemler, ahbabım ve büyüğüm Hacı Sadık'tan ve o köyde yaşayan diğer yaşlı insanlardan defalarca dinlemişimdir. Aflaklı Hacı Sadık'tan, Aşık Sülük Hüseyin'in birkaç şiirini dinlemiş olmama rağmen, bu şiirleri bir tarafa not etmediğim için şu anda belleğimde hiçbirisi kalmamıştır . Yine ozanın şu mısraları bu köyde oturduğunun bir ka nıtı olsa gerektir:
Bunca emeğimiz boşuna zayil
Kader böyle imiş Allah'a kayil
Dayırn Necip ile emmim İsmayil
Arzı mekan etti Aflak'ta kaldı.
Aşık Hüseyin'in Aflak köyünden göç etme nedenlerini şimdilik bilemiyoruz. Bir müddet sonra Aflak'tan göç eden Ozan, Mucur, Küçük Kavak köyüne bağlı Çömelek, Cavlak (Yeniköy) üçgenindeki Acısu'yun kenarına gelip yerleşmiştir. Ozan'ın şu şiiri bu göç olayını bize şöyle açıklamaktadır:
Acısu'dur obamızın otağı
Eksilmez yoğurdu balı kaymağı
Ulu yoldur şekerkuyu sapağı
Eğlenip orada kalın turnalar.
Aşık Sülük Hüseyin'in, kapısında birkaç sürüsü yayılan ve geniş arazilere sahip, varlıklı hanesi ve sofrası açık cömert bir kimse olduğunu araştırmalarımız sırasında o bölge halkından öğrenmiş bulunuyoruz. Aşağıda bir dörtlüğünü verdiğimiz vasiyet adlı şiiri de halkın anlattığı bu bilgileri doğrulamaktadır.
Taş Konağın kapısını örtmeyin
Uluyol' un ırızgını kesmeyin
Emmiye dayıya kirtip küsmeyin
Gelin dostlar helallaşmak günümdür.
Aşık Hüseyin tarafından söylenen şu dizeler de onun medrese görmüş, okumuş bilgili bir kimse olduğunu kanıtlamaktadır:
Biz de gittik bir zamanlar hocaya
Aşinayız elif ile heceye
Seni ısmarladım Gani yüceye
Huzuru mahşerde dilin lal olsun.
Diğer yandan, Aşık Hüseyin'in Mehmet, Süleyman ve Osman adlı üç oğlu ile Hatice adlı bir kızı olduğu Mucur nüfus kayıtlarında yazılıdır.
Halk arasında (kel kız Haçça) olarak bilinen Aşığın kızı Hatice (1859-1931) o yörede cömertliğiyle ve hayırseverliğiyle tanınmaktadır. Acıöz'deki evlerinin önünde geçen Uluyol'un kenarına babası tarafından kazılan su kuyusunun başına yolcuların yemesi içmesi için her gün helkelerle yoğurt ve ayran çıkartan bu kadın, babasının başlattığı geleneği ölünceye kadar devam ettirmiştir.
Eserlerinden bazıları:
NE DERSİN
Gönül arzeyliyor dostu sılayı
Engel bırakmıyor buna ne dersin
Eller beğenmezken balı hurmayı
Evdeki tükenen una ne dersin.
Kimi sevdasını ummana salar
Kimi de dünyanın hırsına dalar
Kimi başkasının aybını arar
Başındaki bin bir hala ne dersin.
Kimisi dünyada murazın almış
Kimi de dünyanın zevkine dalmış
Kimi derde düşmüş çaresiz kalmış
Çaresiz dolaşır buna ne dersin.
Kimi yaptığına öğünür durur
Kimi pişman olmuş döğünür durur
Kimi bağrı yanmış göğünür durur
Kerem gibi yanan kula ne dersin.
Kimi tatlı dilli güler yüzlüdür
Kimi batman batman ağar sözlüdür
Açmayın sinemi yaram gizlidir
Şu bendeki derde çora ne dersin.
Kimi doğru gider kimi şaşırmış
Kimi kağnısını dağda aşırmış
Hüseyin yolunu sarpa düşürmüş
Devresi bilinmez yola ne dersin.
YEMEN 1
Yemen nere sıla nere
Dağlar girdi ara yere
Yitirmedim umudumu
Gözlüyorum Memet gele.
Yemen bizim neyimize
Figan düştü evimize
Çocukların yetim kalır
Sen güvenme beyinize.
Yemen yolu çukur olur
Karavanam bakır olur
Zenginimiz bedel verir
Fakirimiz asker olur.
Kalmadı anayın sabrı
Taş kesti babayın bağrı
İnsafa gel padişahım
Gönder Memet'imi gayrı.
Başta kalpak soldu mola
Gün vurdu da öldü mola
Memed'imin gözlerine
Karıncalar doldu mola.
Güvenme Arap hayına
Ateş atar ocağına
Yemen'e gittin gideli
Oğul gelmez kucağıma.
Yavruların zarleniyor
Bu hasretlik külleniyor
Küçük körpe Hüseyin'in
Babam diye dilleniyor.
YEMEN 2
Bir alay askerdik bindik gemiye
O gemi götürür bizi Yemen'e
Şükür o Yemen'de geri dönene
Yemen'e de benim ağam Yemen'e
Ateş düştüğü yeri yakar kime ne.
Susmuş konuşmuyor ağzında dili
Yirmisinde solmuş tomurcuk gülü
Ne yaman yer imiş Yemen'in çölü
Yemen'e de koç yiğidim Yemen'e
Kendim ağlar kendim söyler kime ne.
Kalkmıyor sırt çantam, cephanem ağır
Kimimiz kör olduk kimimiz sağır
Her yana oynuyor İngiliz gavur
Aman padişahım imdat Yemen'e
Şu Yemen'in gailesi bize ne.
Yemen'de de kara haber geliyor
Nice koç yiğitler telef oluyor
Hain Arap arkamızda vuruyor
Türk uşağının kanı akar Yemen'e
Analar bacılar ağlar kime ne.
Hüseyin akıtır kanlı yaşını
Bit pire üşüşmüş yiyor döşünü
Akbabalar konar oyar başını
Gitti gelmez ağam emmim Yemene
Ölen ölür kalan sağlar kime ne
EFENDİM
Gülyüzlü sevdiğim neden incindin
Araya söz katan eldir efendim
Bana bergüzar ver kapına geldim
Bu aşık kapında kuldur efendim.
Aşık maşukuna cefa yapar mı
Bir sözün üstüne bin söz katar mı
El alem içinde taşa tutar mı
İster azat ister öldür efendim.
Ne dedim de küstün canımın içi
Koynumda saklıyom verdiğin saçı
Vallahi Hüseyin'in bunda yok suçu
Arada rakibi kaldır efendim.
NE BİLSİN
Sevda bahçesinin gonca gülünde
Deren bilir dermeyenler ne bilsin
Canı başı şol cananın yolunda
Veren bilir vermeyenler ne bilsin.
Al yeşil soyunup kara giyenler
Aşk okunda yaralıyım yarenler
Sen ölme de ben öleyim diyenler
Ölen bilir ölmeyenler ne bilsin.
Arı sır işleyip yapar balını
Aşık ifşa etmez nazlı yarini
Dostun ayağına olan malını
Seren bilir sermeyenler ne bilsin.
Hüseyin'im dalma gama firkate
Ölümden bir elçik yol yoktur öte
Yar aşkıyla düşüp zalim gurbete
Kalan bilir kalmayanlar ne bilsin.
AY DOST
Turnam nerden gelin Şam'dan Maraş'tan
Kanadın kalkmıyor borandan kıştan
Tatlı canı sakın alıcı kuştan
Yoldurma tellerin yadlara aydost.
Bahar selleriyle sökün eyleyin
Seher yelleriyle selam söyleyin
Hallarımı vefasıza demeyin
Yoldurma tellerin yadlara aydost.
Hüseyin serini saldı çöllere
Bir yar için düştü dilden dillere
Sırrını faş etme hoyrat ellere
Yoldurma tellerin yadlara aydost.
KULUN DÜŞTÜ İSYANA
Şu yalan dünyada osandım doydum
Elveda eyledim gayri cihana
Aldanıp şeytana nefsime uydum
İmdat sende kulun düştü isyana.
Şu fani dünyada divane gezdim
Tersine okudum aksine yazdım
Kendi ellerimle kuyumu kazdım
Yarabbi sen fırsat verme şeytana.
Hep seni zikreder dallar ağaçlar
Akan ulu sular havada kuşlar
Kul kusur işlerse sultan bağışlar
Yüz sürdüm kapına geldim dermana.
Günahım çok gözüm dola yaşma
Gece gündüz sinemi döğem taşına
Yarabbi sen Hüseyin'i bağışla
Rahim'sin, Rahman'sın bakma noksana
|
|
KONSER
Ozan.Neşet Ertaş
Video
GİRDİM TÜNELE
DAYALI KÜREK
ÇEKİÇ ALİ
VİDEO
Söz-Müzik Neşet Ertaş
HELE BAKIN
Hele bakın şu feleğin işine
Ne çileler vermiş kulun başına
Mecnunu Leyla'ya hasiret etmiş
Kerem yanmış Aslıhan'ın aşkına
Eyüp dert elinden ne hale gelmiş
Hüseyün aşkına başını vermiş
Ferhat Şirin için dağları delmiş
Nesimi yüzülmüş yarin aşkına
işte geldim işte gittim
güz çiçeği gibi bittim
yalan dünyada ne iş tuttum
ömrüceğim geçti gitti
el ettiler kabrime
sığındım gani kerim'e
toprak attılar serime
gözüm yaşı taştı gitti
sorgucu melekler geldiler
solumdan defteri verdiler
komşu hakkını sordular
tebdilciğim şaştı gitti
Karanfil suyu neyler gülüm
Güzel kokuyu neyler gülüm
İki baş bir yastıkta gülüm
o göz uykuyu neyler gülüm
Le le le le Leylam yar
Hergün akşam böyle yar
Kötü isem söyle yar
Karanfil deste gider gülüm
Kokusu dosta gider gülüm
Sevip de alamayan gülüm
gurbete hasta gider gülüm
Le le le le Leylam yar
Hergün akşam böyle yar
Kötü isem söyle yar
Eğil Dağlar
Güzel İzmir duman gitmez başında
Ahdim kaldı toprağında taşında
Gündüz hayalimde gece düşümde
Eğil dağlar geçeceğim yurduma
Gel cevap ver şu kahraman orduma
Kara taşa benzer senin yatışın
Virane kuşuna benzer ötüşün
Düşman girdi yurdumuza
Yassıl dağlar geçeceğim yurduma
Evelallah kolaylık ver orduma
Aslan yatağına tilki giremez
Girse bile gonca gülün deremez
Alçak düşman muradına eremez
Geçme derler, geçeceğim İzmir'e
Yunanları dökeceğim denize
Muharrem ERTAŞ
M U H A R R E M . E R T A Ş
Muharrem Ertaş, 1913 yılında Yağmurlubüyükoba Köyü'ndedoğdu. Annesi Ayşe Hanım, babası zurnacı Kara Ahmet'tir. Anadolu'nun bir çok yerinde profesyonel müzisyen olarak karşımıza çıkan Abdal Aşiretlerinin Orta Anadolu'daki en büyük koluna bağlı olan Muharrem Ertaş'ın ataları Ala Kilise'lidir. Abdalların göçer bir aşiret olmalarından ötürü daha sonraları Kırşehir havalisine yerleşmişlerdir.
Ertaş'ın ilk ustaları dayısı Bulduk Usta ve Yusuf Ustadır. Küçük yaşlardan itibaren eline aldığı sazı ile köy köy dolaşır Muharrem Ertaş. Bazen sünnetçilerle, "düğün çalmaya" gider; bazen köy odasındaki muhabbetlere katılır sazıyla ve sesiyle...Her ne kadar "bozlak ustası" diye ün yaptıysa da, Orta Anadolu'nun yöresel melodilerini de repertuarında bulundurur. Özellikle çalıp söylediği halaylar şaheser niteliğindedir.
"Ustaların Ustası" Muharrem Ertaş, Bozlak geleneğinin en güçlü temsilcilerindendir. Ses genişliği, rengi ve tınısının yanısıra, gırtlak nağmeleri, çarpma, titretme ve trilleri, kendine has ses kullanma teknikleri ve bütün bunların yanısıra iyi bir Bozlak icrası için olmazsa olmaz şartlardan biri olan "yiğitçe edası" ile Muharrem Ertaş, gelmiş geçmiş en büyük Bozlak okuyucusu olarak kabul edilir. Onun için Bozlak, gökkubbeye salınan bir çığlıktır adeta. Repertuarında oyun ve halay türküleri başta olmak üzere Karacaoğlan'dan, Kerem'den, Aşık Garip'den, Pir Sultan Abdal'dan ve Aşık Sait'ten pekçok türkü okuduğu her eseri, o anki ruh halinin bir gereği olarak, her seferinde yeniden yorumlar.
71 yılda biriktirdiklerini oğlu Neşet Ertaş'a aktaran Muharrem Ertaş, yedi-sekiz yaşlarında iken dayısı Bulduk Usta'dan bağlama dersleri almaya başlamış: "Çalıp söyleme merakım küçük yaşlarda başladı. Bulduk dayımın çok güzel sesi vardı. Bir köyde türkü söyledi mi diğer köyde dinlenirdi. Hatta seferberlikte asker kaçaklarını yakalamak için subaylar dayımı yanlarına alır köy köy dolaşırlarmış. Dayıma türkü söylettirip kendileri de pusuya yatarlar ve dayımın sesine dağlardan inen kaçakları yakalarlarmış. Derken, Bulduk Usta beni çok severdi, merakımı görünce beni yanına aldı. Her gittiği yere götürdü. Düğünlerde, bayramlarda, eğlencelerde yanından ayırmayarak ustalarından öğrendiğini bana da öğretirdi. Yedi yıl boyunca onunla çalıştıktan sonra artık tek başıma çalıp söylemeye başladım."
Bu dünyada 71 yıl yoksul, kendi halinde ve sessizce yaşayan Muharrem Ertaş, 1984 yılının 3 Aralık günü yine sessiz bir şekilde vefat etti. Son sözleri, gerisini tamamlayamadığı; "Sazımın emaneti..." oldu.
Bugün oğlu Neşet Ertaş, babasının bütün duygularının kendisine intikal ettiğini ve çaldığı havalardaki etkilerin büyük bir kısmının babasına ait olduğunu söylüyor. Ne mutlu...
cubuguna luleyim
çubuğuna lüleyim
yar yüzüne güleyim
sen kapıdan geçerken
ben başına belayım (le le ibram oy)
oy lele lele ibram oy
hey lele lele ibram oy
sarılıda yazma kirazdan
bakma kurban ben olam
gelirim ben birazdan
le le le ibram oy
karşıda herk otlanır
bu derde kim katlanır
ikimizin derdinden
havalar bulutlanır
oy lele lele ibram oy
hey lele lele ibram oy
sarılıda yazma kirazdan
bakma kurban ben olam
gelirim ben birazdan
le le le ibram oy
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Şad olup gülmedim de eller içinde
Soldu benim gülüm güller içinde
Bir bahtı karalıyım oy kullar içinde
Gitti yarim gurbet elden gelmedi
Gurbete gideni de gelmez diyorlar
Akar gözyaşları dinmez diyorlar
Öksüzler murada ermez diyorlar
İşte benim nazlı yarim gelmedi
ÇORABIN ENİNE BAK
ÇORABIN ENİNE BAK
DÖNDER DE ALINA BAK
BEN AKLINA DÜŞTÜKÇE DE
ÇAVUŞUN DAĞINA BAK
ŞÖYLE BÖYLE ŞU YİĞİDE YANMAYIM MI
BİN BEŞYÜZE TOPRAKLIDA KALMAYIM MI
ÇORAP MİLİNEN OLUR
SEVDA SIRINAN OLUR
AÇ KAPIYI NAZLI YAR
GÖNÜL BİRİNEN OLUR
ŞÖYLE BÖYLE ŞU YİĞİDE YANMAYIM MI
BİN BEŞYÜZE TOPRAKLI'DA KALMAYIM MI
Çekiç ALİ
ACEM KIZI
Çırpınıp da şan Ovaya çıkınca
Eğlen şan ovada Gal Acem Gızı
Uğrun Uğrun Baş altından bakınca
Can Telef ediyor Gül Acem Gızı
Seni Seven Oğlan neylesin malı
Yumdukca gözünden döker mercanı
Burun fındık ağzı Gahve fincanı
Şekermi,şerbetmi bal Acem Gızı
Çekiç Ali*Osman Özdenkçi
VİDEO NEŞET ERTAŞ
Çekiç Ali (Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)
Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali... Hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li Çekiç Ali namıyla anılan sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl soyadı da Ersan'dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm ve aciliteden dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan bu lakap o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuş.
O yıllarda İstanbul'da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer. Çekiç Ali'nin haklı itirazına ise, tam bir "şark kurnazlığı" üslubu ile "senin adın Çekiç Ali değil ki, sen Ali Ersan'sın" diyerek güya kendince sahtekarlığına bir kılıf uydurur. Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında maruf ve meşhur olan Çekiç Ali ismini hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni adı "Ali Çekiç" olur. Evet, Kaman'ın Meşe köyünden Ali Ersan'ın "Kırşehirli Çekiç Ali" olmasının kısa hikayesi böyle...
Tabi hikayenin özü, "Kırşehirli Çekiç Ali'yi Kırşehir türkü ve bozlaklarının usta sanatçısı" haline getiren o uzun, çileli ve yorucu hayatın ayrıntılarında gizli. Şöyle yürek sızlatan bir saza sahip olmanın henüz hayal olduğu günlerde "tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp söylemeye başladığı yıllardan itibaren bu hayat gerçekten o kadar yorucu ve sıkıntılarla doludur ki, Çekiç Ali'nin o hassas ve ince kalbi bütün bunlara öyle çok uzun bir süre dayanamayacak ve henüz otuz beş yaşında ilk ciddi uyarışını yapacaktır.
Hacı Taşan'dan dört yıl sonra, Neşet Ertaş'tan ise dört yıl önce dünyaya gelen Çekiç Ali, 1973 yılının yazında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde kalbinden ameliyat olur ve bu ameliyattan iki yıl sonra geçirdiği beyin felci onu aramızdan ayırır. Bir sanatçı için henüz olgunluk döneminin başları sayılabilecek kırk bir yaşında 13 Eylül 1973'de hayata gözlerini yuman Çekiç Ali, kıvrak, atak sazı; içli ve yanık sesi ile söylediği türkülerle elbette gönlümüzde yaşamaya devam edecektir. Bu kadar kısa bir hayata bunca türküyü, bozlağı sığdırmak bir tarafa, ancak ayda yılda bir, bir kaç türküsünün yayınlandığı devlet radyosu ve belli sayıda basılmış 45'likler dışında hiç bir imkanın olmadığı yıllarda "meşhur ve usta sanatçı Çekiç Ali" olarak isim yapmak pek de kolay olmasa gerek.
Çekiç Ali, bu seriden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan ustaların albüm metinlerinde de söylediğimiz gibi, ekmeğini yöre düğünlerinde saz çalıp türkü söyleyerek kazanan abdal aşiretine mensup bir sanatçı olarak, Orta Anadolu abdal müziği geleneğinin önemli halkalarından birini teşkil eder. Bu, Muharrem Ertaş Okulu'nun Hacı Taşan'la birlikte en yetkin temsilcisi sıfatıyla Çekiç Ali'ye haklı bir ün kazandırır.
Gerçi Çekiç Ali'nin, bir Hacı Taşan gibi Muharrem Usta'nın dizinin dibine oturarak birlikte bozlaklar, türküler meşk etmişliği, birlikte düğün dernek kurmuşluğu yok ama, 1980'li yıllara kadar, "yaşayan en büyük Abdal"sıfatıyla Muharrem Usta'nın manen tesirinde kalmamış, onun çalıp söylediğinden etkilenmemiş aşiret mensubu sanatçı bulmak hemen hemen imkansız. Ayrıca bir akrabalık da söz konusu ve Muharrem Ertaş, Çekiç Ali'nin eşi Fatma Hanımın dayısı. Muharrem Ertaş, "ustaların ustası" diyebileceğimiz Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Usta'dan tevarüs ettiği geleneğin o kadar güçlü bir temsilcisidir ki gah bir silah gibi patlayan, gah bir gök gürlemesi gibi uğuldayan o parlak ve tiz sesini dinleyip de etkisinde kalmamak elbette mümkün değil
Çekiç Ali de, her gerçek sanatçıda gördüğümüz gibi, bu etkiyi kendi iç dünyasında yoğurarak kişisel zevk ve üslup süzgecinden geçirmiş ve ustasını taklit etmeyen, ama ondan aldığı ilhamla yeni bir zevk ve güzellik peşinde olan bir sanatçı portresi ortaya koymuştur. Bu portre oldukça başarılı ve pek çok yönden de orijinal bir sentezdir aynı zamanda.
Çekiç Ali'nin sanatının, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'la olan benzerlik ve farklılıklarının neler olduğuna da kısaca değinmekte fayda var. Zira uzaktan ve genel bir bakışla birbirlerine çok benzer gibi görünen bu sanatçıların bu sanatçıların birbirleriyle olan benzerlikleri ve farklılıkları aslında oldukça önemli ve/ fakat uzun bir bahistir. Önemlidir; çünkü bizde müzik, özellikle halk müziği alanında, bu anlamda bir üslup tahlili bugüne kadar yapılmadığı için, farklılıklar, nüanslar ve incelikler üzerine kurulu bir sanat olan müziği gerçek boyutları ile kavramakta zorlanıyoruz.
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'ta ayrı ayrı karşımıza çıkan bazı özelliklerin belli ölçülerde Çekiç Ali'de bir arada bulunduğunu görüyoruz. Onda bir Muharrem Ustadaki heybeti, Hacı Taşan'daki sanatsal derinliği ve Neşet Ertaş'daki yaratıcı yeteneği bekli bulamayabiliriz, fakat Çekiç Ali'yi farklı ve kendine has kılan özelliklerine baktığımızda şunları görürüz : Onun sesi, kelimenin tam anlamıyla lirik, duygulu ve yanık bir sestir. Çok yumuşak bir gırtlağı vardır ve yöre müzisyenlerinin hepsinde karşımıza çıkan ses çarpmaları, orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve triller, kelimenin telaffuz ve vurgularındaki hususilik Çekiç Ali'de en rafine şekliyle karşımız çıkar.
Fakat onun asıl orijinal yönü, saz çalma teknik ve üslubunda kendini gösterir. Çekiç Ali'nin sazından bazen uda, bazen cümbüşe benzer sesler duyarız ve teller üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi uçuştuğunu hissederiz. Çekiç Ali'nin 1960'lı yıllarda, Bayram Aracı ile birlikte son derece seri ve hızlı bağlama çalmayı yaygınlaştıran sanatçılardan biri olduğunu da söyleyelim. Bu tavır ve edanın özellikle oğlu Aydın Çekiç'te devam ettiğini görüyoruz. Aydın Çekiç, sesi ve bağlaması ile Kırşehir yöresi türkü ve havalarının günümüzdeki başarılı icracılarından biri olarak sanatını sürdürmektedir.
Çekiç Ali de, ustası Muharrem Ertaş, arkadaşı merhum Hacı Taşan ve üstad Neşet Ertaş gibi çok küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak giderek meslekte kendini yetiştirmiştir. Neşet Ertaş, babası olmadan tek başına düğün çalmaya ilk olarak Çekiç Ali'nin yanında gittiğini söylüyor. Yöresel tabirle düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için yegane meslek, meşguliyet ve aynı zamanda da iyi bir rızık kapısı olduğunu söyleyelim.
Düğün çalmanın dışında, yöre folklorik oyunları ve müzikleriyle de ilgilenen Çekiç Ali'nin 1969 yılında İstanbul'da düzenlenen ulusal bir yarışmada ekibine kazandırdığı bir de birincilik var. Özel bir bankanın düzenlediği 9.Halk Oyunları Festivali'ne katılan Kırşehir halk oyunları ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardır ve birinciliği Kırşehir ekibi kazanır. Bu başarıda şüphesiz Kırşehir halay ve oyunlarının güzelliği yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla icra eden Çekiç Ali'nin bireysel katkısını göz ardı etmemek gerek.
Çekiç Ali, mektep medrese görmemiş, doğuştan getirdiği Allah vergisi sanatçılık yeteneğini uygun şartlarda ve ortamlarda geliştirerek kendi kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağına mensup bir sanatçıdır. Bu geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu toplumun neşesini, hüznünü, ağıdını, oyununu, eğlencesini dile getirmiştir. Bunu da sanat yapmak için değil, çalıp okumayı tabii bir hayat tarzı olarak benimsediği için yapmıştır. Tabiilik (doğallık) ve kendiliğindenlik (spontane), Çekiç Ali'nin üslubunun en belirgin iki özelliği sayılabilir.
Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Usta olmak üzere Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atar.
Sazını sesine, sesini de sazına öylesine yakınlaştırır ki, sazla sesin birlikteliği ve iç içeliği oldukça etkileyici bir müzik dili ortaya çıkarır. Söyler gibi çalan, çalar gibi söyleyen bir üslup... Çekiç Ali bağlamayı Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan'dan biraz farklı bir stilde ve karar sesini klavyedeki ikinci oktav "re perdesi" ne taşıyarak çalar. Muharrem Ertaş'ın sürekli, Hacı Taşan'ın ise zaman zaman yaptığı boş alt teli (la perdesi) karar sesi kabul eden icra şekli yerine " re üzeri" icrayı tercih etmiştir. Neşet Ertaş'ın da -daha çok Bayram Aracı'dan hareketle- bu tarzı benimsemesi ile, "bozuk düzen bağlama" da (la-re-sol) "re üzeri" icra büyük bir yaygınlık kazanır. Yöre tavrının icrasına ve acilite göstermeye daha uygun gelebilecek bu tarz, aslında sanatçıya sunduğu ses alanı itibariyle öbürüne göre daha sınırlı imkanlara sahip olmasına rağmen, bugün yöre sanatçılarının bu tarz icrayı benimsemiş durumdalar.
Çekiç Ali'nin repertuarının önemli ölçüde anonim türkü ve ağıtlardan oluştuğunu görüyoruz. Sözleri kendisine ait hemen hemen hiçbir türküsü olmadığı gibi, kendisinin "havalandırdığı / müziklendirdiği" bir eseri de yoktur bilindiği kadarı ile. Bu tesbitin Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan için de geçerli olduğunu söyleyelim. Aslında Neşet Ertaş bu alanda da bir çığır açarak klasik türkü ve bozlak formunda sayısız eserin söz ve müziklerine imza atmış bir sanatçıdır.
Çekiç Ali'nin okuduğu türkülerin bazıları (Acem Kızı, Aziziye gibi) yöre müzik kültürünün ağırlıklı karakteristik ezgileri olmakla beraber, çoğu da oyun türküleri ve oyun havalarından oluşmakta. Ağıtlar ise, yörede yaşanmış acılı, trajik olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerin yanı sıra, en çok da Toklumenli Aşık Said'in (1835-1910) ve Aşık Said'in oğlu Aşık Seyfullah'ın (1896-1968) şiirleri üzerine söylenmiş ağıt / bozlaklardan ibaret. Kızılırmak, Doğar Yaz Ayları, Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele vb. bozlaklar bunlardan bazıları.
Muharrem Ertaş Okulu'nun üç önemli isimlerinden biri olan rahmetli Çekiç Ali'yi de böylesine derli toplu bir şekilde ilk defa müzik kamuoyuna takdim eden elinizdeki bu albüm ile, elbette başta büyük usta Muharrem Ertaş olmak üzere, "bozlak" geleneğinin çağımızdaki üç büyük ustasını ( Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Neşet Ertaş) tüm Türk ve dünya müzikoloji ve etnomüzikoloji çevrelerine tanıtmış bulunuyoruz. Yalnız bir noktayı önemle vurgulamak isterim: Geleneksel kapalı toplum yapılarını mümkün olduğunca korumaya çalışarak herkesle dost ve kardeşce yaşamayı sürdüren ülkemizin çeşitli yörelerindeki abdal aşiretleri, müzik itibariyle öyle zengin bir potansiyele sahipler ki bu zenginliğin ülke müzik ve kültür birikimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor.
Bu sanatçılar, Orta Asya kökenli ozanlık / bahşılık geleneğinin -Anadolu topraklarındaki tarihi, sosyal ve kültürel ilişkilerin şekillendirdiği yeni tarz ve üsluplarıyla- çağımızdaki en özgün temsilcisidir aynı zamanda.
Bu ekolü günümüzde amatör ya da profesyonel olarak sürdüren o kadar çok sanatçı var ki, isimlerini altalta sıralamak bile sayfalar tutabilir. Tabi bu sanatçılardan yarınlara kimler kalacaktır, şimdiden söylemek mümkün değil. Ancak şu kadarını söyleyelim ; bu öylesine gür ve gümrah bir damar ki, her geçen gün biraz daha gelişip serpilerek Anadolu Türk Müzik Kültürü içindeki ağırlıklı yerini korumaya devam etmektedir. Elbette değişen ve artan dozlarda yozlaşmayı, dejenerasyonu ve başkalaşmayı da bünyesinde taşıyarak.
ı-rafa goydum narı
ırafa goydum narı
ağlarım zarı zarı
küstürdüm de yolladım
ireyhan boylu yari
yar yandan,yandan,yandan,yandan
severim seni candan
iki can bir sevilmez
ya ondan geç ya benden
ıraftaki siniler
hasta olan iniler
yari gurbett'olanın
kulakları çiniler
yar yandan,yandan,yandan,yandan
severim seni candan
iki can bir sevilmez
ya ondan geç ya benden
DERVİŞ YUNUS DELİ DEVRE SÖYLERSİN YARIN BİR MOLLA KASIM GELİR SİGAYA ÇEKER.
Ünlü Mutasavvıf YUNUS EMRE
Hayatı ve Şiirleri
13'üncü yüzyılın ortalarına doğru Moğol istilası ve Selçuklu Devleti'nin yıkıldığı dönemde yaşadığı sanılıyor. Bu dönemin sarsıntı ve acıları Yunus'un eserlerinde derin izler bıraktı. Babasının adı İsmail. Medrese eğitimi gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. İran ve Yunan mitolojisiyle, tasavvuf tarihini inceledi. Hacı Bektaş ya da Sinan Ata'nın halifesi Taptuk Emre'nin dergahında hizmet etti. Taptuk Emre'nin düşüncelerini yaymak için Anadolu'yu dolaştı. Kırşehir Aksaray arası sarıköyde doğdu ve yaşadı . Tasavvuf yorumunu benimseyen Yunus Emre'nin keskin bir gözlem gücü, derin bir hoşgörü anlayışı var. Şiirlerini hece ölçüyle yazdı. Ama aruz denemelerine de yer verdi. Hece ölçüseyle yazdığı dörtlüklerin yanısıra yine hece ile beyitler ve gazeller de yazdı. Dili arı Türkçe değil. Yer yer Arapça ve Farsça tamlamalar kullandı. Sağlığında düzenlediği divanı bulunamadı. Günümüzdeki divanları derlemedir.
AH NİDEYİM ÖMRÜM SENİ
Yok yere geçirdim günü
Ah nideyim ömrüm seni
Seninle olmadım gani
Ah nideyim ömrüm seni
Geldim ve geçtim bilmedim
Ağlayıp güssa yemedim
Senden ayrılam demedim
Ah nideyim ömrüm seni
Hayrım şerim yazılacak
Ömrüm ipi üzülecek
Suret benden bozulacak
Ah nideyim ömrüm seni
Gidip geri gelmiyesin
Gelip beni bulmayasın
Bu benliğe sermayesin
Ah nideyim ömrüm seni
Hani sana güvendiğim
Guveniben yuvandığım
Kaldı külli kazandığım
Ah nideyim ömrüm seni
Miskin Yunus gideceksin
Acep sefer edeceksin
Hasret ile kalacaksın
Ah nideyim ömrüm seni
ŞOL CENNETİN IRMAKLARI
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış islam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu
Aydan aydındır yüzleri
Şekerden tatlı sozleri
Cennette huri kızları
Gezer Allah deyu deyu
Yunus Emre var yarına
Koma bugünü yarına
Yarin Hakk'ın divanına
Çıkam Allah deyu deyu
İLİM KENDİN BİLMEKTİR
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere yelmektir
Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Ma'nisi ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
NİÇİN AĞLARSIN BÜLBÜL HEY
Sen burda garip mi geldin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Yorulup iz mi yanıldın
Niçin ağlarsın bülbül hey
Karlı dağlardan mı aştın
Derin ırmaklar mı geçtin
Yârinden ayrı mı düştün
Niçin ağlarsın bülbül hey
Hey, ne yavuz inilersin
Benim derdim yenilersin
Dostu görmek mi dilersin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Kal'alı şehir mi yıkıldı
Ya nam-u arın mi kaldı
Gurbette yârin mi kaldı
Niçin ağlarsın bülbül hey
Gulistanlarda yaylarsın
Taze gülleri yeğlersin
Yavlak zarılık eylersin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Uykudan gözüm uyandı
Uyandı kana boyandı
Yandı sol yüreğim yandı
Niçin ağlarsın bülbül hey
N'oldu şu Yunus'a n'oldu
Aşkın deryasına daldı
Yine baharistan oldu
Niçin ağlarsın bülbül hey
GELİN EY KARDEŞLER
Gelin ey kardeşler gelin
Bu menzil uzağa benzer
Nazar kıldım şu dünyaya
Kurulmuş tuzağa benzer
Bir pirin eteğin tuttum
"Ana beni" deyip gittim
Nice yüzbin günah ettim
Her biri de bir dağa benzer
Çağla Derviş Yunus çağla
Sen özünü Hakk'a bağla
Ağlar isen haline ağla
Erdem vefa yoğa benzer
ŞÖYLE GARİP BENCİLEYİN
Acep şu yerde varm'ola
Şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı
Şöyle garip bencileyin
Gezdim urum ile şamı
Yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım
Şöyle garip bencileyin
Kimseler garip olmasın
Hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler duymasın
Şöyle garip bencileyin
Söyler dilim ağlar gözüm
Gariplere göynür özüm
Meğer ki gökte yıldızım
Şöyle garip bencileyin
Nice bu dert ile yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde bulam
Şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Hey Emre'm Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin
GÖNÜL ARZULAR SENİ
Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hakk nasip eylese görsem yüzünü
Ey sevdiğim gönül arzular seni
Yitirdim o dostu bilmem ne yanda
Sevgisi gönülde muhabbet canda
Yarın mahşer günü ulu divanda
Ey sevdiğim gönül arzular seni
Yunus senin methin eder dillerde
Sevilirsin bütün bu gönüllerde
Ağlayı ağlayı gurbet ellerde
Ey sevdiğim gönül arzular seni
GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ
Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne deliyem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
Gah eserim yeller gibi
Gah tozarım yollar gibi
Gah akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi
Akar suların çağlarım
Dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım
Gel gör beni aşk neyledi
Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi
Ben yürürüm ilden ile
Şeyh anarım dilden dile
Gurbette halım kim bile
Gel gör beni aşk neyledi
Mecnun oluban yürürüm
O yâri düşte görürüm
Uyanıp melül olurum
Gel gör beni aşk neyledi
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost elinde avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
ÇEKE GELDİ ÇEKE GİDER
Aşkın odu ciğerimi
Yaka geldi yaka gider
Garip başım bu sevdayı
Çeke geldi çeke gider
Kâr etti firak canıma
Aşık oldum cananıma
As zencirin dost boynuma
Taka geldi taka gider
Sadıklar durur sözüne
Gayri görünmez gözüne
Bu gözlerim dost yüzüne
Baka geldi baka gider
Bülbül eder ah-ü figan
Hasret ile yandı bu can
Benim gönülcüğüm ey can
Hakk'a geldi Hakk'a gider
Arada olmasın asi
Onulmaz bağrımın başı
Gözlerimin kanlı yaşı
Aka geldi aka gider
Miskin Yunus'un sözleri
Efgan eder bülbülleri
Dost bahçesinin gülleri
Koka geldi koka gider
GEL GİDELİM DOSTA GÖNÜL
Bir karardan durmayalım
Gel gidelim dosta gönül
Hasretinden yanmayalım
Gel gidelim dosta gönül
Kılavuz ol gönül bana
Gel gidelim yârdan yana
Canım kurbandır canana
Gel gidelim dosta gönül
Kara haberin almadan
Can bedenden ayrılmadan
Azrail bizi bulmadan
Gel gidelim dosta gönül
Gerçek murada varalım
Yârin hatırın soralım
Yunus Emre'yi alalım
Gel gidelim dosta gönül
KALANLARA SELAM OLSUN
Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun
Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir aşan vech-ile
Yunanlara selam olsun
Azrail alır canımız
Kurur damarda kanımız
Yuyacağın kefenimiz
Saranlara selam olsun
Sala verile kasdimize
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun
Dünyaya gelenler gider
Hergiz gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsun
Miskin Yunus söyler sözün
Yaş doldurmuş iki gözün
Bizi bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun
DURUN DURUN AŞKA SELA
Divaneler divaneler
Durun durun aşka sela
Aşk esriği mestaneler
Durun durun aşka sela
Mest-i elestler kandaksız
Mestane mestler kanatsız
Saki duruptur çanaksız
Durun durun aşka sela
Merdaneler merdaneler
Erlik demi bu gündürür
Baş verüben can terkini
Vurun vurun aşka sela
Ey nice hamle idelim
İşbu fenadan gidelim
Binin binin şevk atalım
Sürün sürün aşka sela
Muhabbet yoluna girip
Aşktan dava kılan kişi
Tan eylemiş aşıklara
Görün görün aşka sela
Akıl ne bilir aşkı kim
Mağrur oluptur aklına
Aşkı bu gün bu Yunus'a
Sorun sorun aşka sela
AŞKIN ALDI BENDEN BENİ
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar öldürür aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem Mecnun olup yola düşem
Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni
Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler kulum göğe savuralar
Toprağım anda çağırır bana seni gerek seni
Cennet dedikleri ne ki bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları bana seni gerek seni
Yunus-durur benim adım gün geçtikce artar ödüm
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni
ELHAMDÜLİLLAH
Haktan gelen şerbeti içtik elhamdulillah
Şol kudret denizini geçtik elhamdulillah
Şol karşıki dağları meşeleri bağları
Sağlık safalık ile aştık elhamdulillah
Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk
Birbirmize eş olduk uçtuk elhamdulillah
Vardığımız illere şol safa gönüllere
Halka tapduk manisin saçtık elhamdulillah
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi estik elhamdulillah
İndik Rum'u kışladık çok hayır şer işledik
Uş bahar geldi geri göçtük elhamdulillah
Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk
Artık denize dolduk taştık elhamdulillah
Taptuğun tapusuna kul olduk kapusuna
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah
DOLAP NİÇİN İNİLERSİN
Dolap niçin inilersin
Derdim vardır inilerim
Ben Mevlaya aşık oldum
Anın için inilerim
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş çalap
Derdim vardır inilerim
Beni bir dağda buldular
Kolum kanadım yoldular
Dolaba layık gördüler
Derdim var inilerim
Ben bir dağın ağacıyım
Ne tatlıyım ne acıyım
Ben mevlaya duacıyım
Derdim vardır inilerim
Dağdan kestiler hezenim
Bozuldu türlü düzenim
Ben bir usanmaz ozanım
Derdim var inilerim
Dülgerler her yanım yondu
Her azam yerine kondu
Bu iniltim Haktan geldi
Derdim vardır inilerim
Suyum alçaktan çekerim
Dönüp yükseğe dökerim
Görün ben neler çekerim
Derdim vardır inilerim
Yunus bunda gelen gülmez
Kişi muradına ermez
Bu fanide kimse kalmaz
Derdim var inilerim
|
BUGÜNAYIN IŞIĞI
VİDEO
MAVİLLİM MAVİŞELİM
Mavillim Mavişelim
Tenhada buluşalım
Kurban olduğum Allah
Tez Gönder Kavuşalım
Mavillim Herg Ediyo
Hergini Terk ediyo
Hergin Başını yesin
Yarim elden gidiyor
Mavillim Kalk Gidelim
Feneri Yak gidelim
Bizimle gelen olmaz
Sılayı terk edelim
Keskinli Hacı Taşan
BUGÜN AYIN IŞIĞI
Bugün ayın ışığı
Elinde bal kaşığı
Yine nerden geliyon
Mahlenin yakışığı
Vay nerdesin nerdesin
Kaldır yüzün perdesin
Diyeceğim çok amma
Pek kalaba yerdesin
Kara poşuna kurban
Çatık kaşına kurban
Yalınız sana değil
Arkadaşına kurban
Vay vay vay pambuğum
Edasına yandığım
Seni hasta dediler
Ey oldun mu sevdiğim
Karşıdan geçti gelin
Elinde testi gelin
Gitme bir yol göreyim
Gençliğim geçti gelin
Vay ne olur ne olur
Sevda sırınan olur
Göz alemi gezer de
Gönül birinen olur
Hacı TAŞAN
HACI TAŞAN
"Türkü Yozgat'da doğar, Kırşehir'de oyun havası olur, Keskin'de elenir."
Keskin'deki folklorik oluşum ve Keskin türkülerinin anonimleşme sürecindeki farklı ve ağırlıklı yerini vurgulayan bu söz, bir bakıma birbiriyle komşu bu üç yörenin karekteristik özelliklerine de işaret eder. Gerçekten de merhum Nida Tüfekçi ile en güçlü temsilcisine kavuşan "Sürmeliler" diyarı Yozgat'ın kültürel kaynak zenginliğine, Neşet Ertaş'la en rafine yorumcusuna kavuşan Kırşehir türkülerinin canlı ve dinamik yapısına biraz yakından baktığımızda, Keskin türkülerindeki durulmuş lirizmi hemen farkederiz. İcra tavır ve üslubu yönünden Yozgat türkülerine, müzikal yapı ve form itibariyle Kırşehir türkülerine yakın duran Keskin havalarının, her iki yöre türkülerinin elekten geçirilerek adeta yeni bir senteze tabi tutulduğu ağırbaşlı, klasik ezgiler olduğunu söylemek mümkün. İşte Hacı Taşan bu seçkin türküleri, halayları çalıp okuyan bir sanatçı olarak Keskin folklor musikisinde büyük ağırlığa sahip hemen hemen tek sanatçıdır. Tabii Keskin havaları üzerine yapılacak tüm estetik ve yapısal açıklamalar, bir anlamda Hacı Taşan'ın sanatını tahlil anlamına da gelecektir. Çünkü Keskin türküleri onunla gelmiş geçmiş en usta yorumcusuna kavuştuğu gibi, Hacı Taşan'ın ismi, sanatçı yeteneklerini sonunda kadar kullandığı o güzelim Keskin türküleriyle adeta özdeşleşmiştir.
Evet "Keskinli mahalli sanatçı Hacı Taşan"ı ülke genelinde tanınan bir sanatçı yapan kültürel ve müzikal ortama şimdi biraz yakından bakalım.
1930'da doğan Taşan, aslen Kırtıllar köyünden. Kırtıllar o yıllarda "abdal" aşiretinin en yoğun olarak yaşadığı köylerden biri. Büyük bozlak ustası Muharrem Ertaş da buralı ve Neşet Ertaş'ın da doğum yeri Kırtıllar. Bu yoksul köyün toprakları hiçbir zaman insanlarını varlıklı kılmaz, fakat dünyanın en zengin nağmelerini içeren, en içli, en yanık türkülere can verir. Bozkırın ortasındaki bu fukara köy, Anadolu halk müzikleri içerisinde en orjinal renk ve anlatıma sahip bir tür "Anadolu blues"u olarak nitelendirilebilecek bir müziğe, abdal/aşiret müziğine kaynaklık eder.
Bugün artık terkedilmiş metruk bir köy görünümündeki Kırtıllar'ı, başta ekmek parası derdi olmak üzere, çeşitli sebeplerle zaman içinde herkes terk eder. Hacı Taşan'ın babası Abdullah Çavuş'da o yıllarda Hacelobası'ndan evlendiği için oraya göçer. Bağlamayı çok seven bir ana ile, yörenin ünlü davulcularından olan Abdullah Çavuş'un dört çocuğundan biri olan Hacı Taşan, oniki yaşlarında başlar saz çalmaya. Babası, o zamanlar yörenin en namlı ustalarından olan Yusuf Usta'ya iyi bir saz yaptırır ve tutar elinden küçük Hacı'nın, o günlerde Seyfeli(daha sonra Barak) köyünde oturan üstad Muharrem Ertaş'a çırak verir. Ve böylece Hacı Taşan, bu müziğin tek ve en etkili eğitim/öğretim şekli olan bir ustanın yanında çıraklığa başlar.
Muharrem Ertaş'ın çırağı
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan'ı yanına alarak bugün hala bu müziğin hem öğrenildiği hem de en çok icra edildiği mekanlar olan düğünlere götürür. "Düğün çalgıcılığı" onlar için çoğu zaman tek ve en önemli meslektir. Yeri gelmişken önemli bir konuyu bir cümleye vurgulamakta yarar var: Çoğu zaman bu düğünlerdeki aşırı içki ve sefahat ortamı bu insanların ruhen ve bedenen hızla yıpranmalarına ve dolayısıyla genç yaşlarda ölüme sebep olmakta. Merhum Hacı Taşan 1983'te vefat ettiğinde 53 yaşında idi. Bu geleneğin bir başka usta sanatçısı merhum Çekiç Ali 39 yaşında vefat etti. Bunun özellikle "ustalar" arasında adeta bir kader gibi benimsendiğini tesbit ettiğimizi belirtelim. (Abdal aşireti ve bozlaklar konusunda daha geniş için Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nde yayınlanan "Kalktı göç eyledi"adlı Muharrem Ertaş albümünün kitapçığına bakılabilir.)
1970 'lerden sonra önce radyo ve plak, daha sonra da televizyon ve kaset gibi kitle iletişim araçlarını kullanarak daha geniş bir pazara seslenme imkanına kavuşan yöre sanatçıları, yine de düğünlerde çalmayı hiçbir zaman bırakmamışlardır. Bu, şüphesiz aynı zamanda arz -talep konusu.
Ve böylece zaman içinde kendiliğinden oluşan o çok büyük mahalli şöhretin dar kalıplarını kırarak geniş kitlelere ulaşan, hatta tüm Türkiye'ye seslenen, o yöreye mensup ilk mahalli sanatçı merhum Hacı Taşan olmuştur. Bunun hikayesini kendisinden dinleyelim: "Askerliğimi 1950'de İstanbul Maçka'da yaptım. Askere gitmeden önce çalıp söylemede bir hayli ustalaşmıştım. O sıralar rahmetli Muzaffer Sarısözen yurdun her tarafını gezip türkü derliyordu. Bir gün çıkıp Keskin'e geldi. Bizi Halkevi binasında topladı, o günlerde yayınladığı Folklor Saati'nde yer vermek üzere seçme yapacağını söyledi. Keskin'de bir hafta kalarak birçok mahalli sanatçıdan derlemeler yaptı. Daha sonra seslerimizi radyoda yayınladı. Radyo ile ilişkim ilk böyle başladı. Sarısözen bizi daha sonra zaman zaman Ankara'ya radyoya davet ederek çalıp söyletti. Sarısözen'den sonra Nida Tüfekçi, Mustaf Geceyatmaz ve Ali Can'larla tanıştım ve radyoda programlar yaptım."
Neşet Ertaş'ın elinde sazı ile "radyoevine çıkmak" için ilk defa Ankara'ya gelişi de bu olaydan sonradır: "Baktım bir gün radyoda Hacı emmim türkü söylüyor. Babam Muharrem ustadan bellediği bir bozlak bu: 'Aman aşağıdan Yusuf Paşam gelirken gelirken / Düşmanına karşı koyan merd olur...' öyle bir heyecanlandım ki, yerimde duramadım. 'Ben de gidip radyoya çıkacağım' dedim. 'Madem Hacı emmimin söyledikleri radyoda çalınacak kadar kıymetli, o zaman benim okuyacaklarımı da yayınlarlar' diyerek elimde saz, Ankara'ya, Sarısözen'in yanına geldim..."tabii Neşet Ertaş daha sonra, Hacı Taşan'la birlikte, radyoda en sık program yapan mahalli sanatçılardan biridir artık.
Eserleri :
Hacı Taşan'ın repertuar itibarıyla yöresinin dışına pek çıkmadığını görüyoruz. Başta Keskin olmak üzere, Yozgat, Kırıkkale, Kırşehir, Kaman ve Şereflikoçhisar gibi yerlerde dolaşmış, buraların bozlak ve halay havalarını, türkülerini kendine has bir üslupla çalıp söylemiştir.
Son yıllarında, Pir Sultan Abdal, Deli Boran, Seyit Süleyman, Derviş Ali ve Dertli gibi halk şairlerinin şiirlerini çeşitli formlarda ezgilendiğini görüyoruz. Gerek sözleri bu ünlü halk şairlerinin şiirlerine ait eserler, gerekse anonim karakterdeki diğer eserlerine baktığımız zaman Hacı Taşan'ın repertuarını form ve içerik yönünden üç ana grupta toplamak mümkün:
Bütün ahbaplar ansın adını
Anlayan alırdı onun tadını
Emmisi, dayısı, garip kadını
Döşeyin evleri Hacı geliyor
Bir garip ölümü acı geliyor
Hizmet için nice dağlar aşanı
Keskin'li bilirler Hacı Taşan'ı
Bunca hizmetleri hani, boşa mı
Açılsın meydanlar Taşan geliyor
İnsan hizmetine koşan geliyor
Var mıdır insandan daha üstünü
Bir bilirdi düşmanını dostunu
Diksinler Keskin'e onun büstünü
Açılsın meydanlar Hacı geliyor
Bir garip ölümü acı geliyor
Anam Keskinlidir, babam Kırşehir
Gönülden geldi de eyledim kahır
Saygım var insana evveli ahir
Açılsın meydanlar taşan geliyor
İnsan hizmetine koşan geliyor
DADALOĞLU
Görünür (Koşma)
Çıktım yücesine seyran eyledim
Cebel önü çayır çimen görünür
Bir firkat geldi de coştum ağladım
Al yeşil bahçeli Kaman görünür.
Şaştım hey Allah'ım ben de şaştım
Devrettim Akdağ'ı Bozok'a düştüm
Yozgat'ın üstünde bir ateş seçtim
Yanar oylum oylum duman görünür.
Biter Kırşehir'in gülleri biter
Çığrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşından keman görünür.
Gönül arzuladı Niğde'yi Bor'u
Gün günden artmakta yiğidin zarı
Çifte bedestanlı koca Kayseri
Erciyes karşısında yaman görünür.
Dadaloğlu;m da der zâtından zâtı
Çekin eyerleyin gökçe kır atı
Göçmek değil bizim ilin muradı
Ak yare gitmemiz güman görünür
Dadaloğlu
1785 - 1868
Dadaloğlu, Osmanlı Devleti'nin Anadolu Türkmenlerini iskan politikasına tepki olarak doğmuş isyanlarda yer aldığı anlaşılan tanınmış bir halk ozanıdır. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklardan 1785-1868 olarak belirlenmiştir. Başka bir deyişle, Dadaloğlu’nun 18.yy’ın son çeyreğinde doğup 19.yy’ın ortalarında öldüğü bilinmektedir. Güney illerinde dolaşan Türkmen topluluklarından Avşar boyundandır.
Yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır.Dadaloğlu Anadolu'nun halk şiiri geleneğine damgasını vurmuş bir sanatçıdır aynı zamanda.
Osmanlı Devleti'nin göçebe Türkmen aşiretlerini toprağa yerleştirmek için verdiği uğraş, yer yer baş kaldırılara ve küçük çaplı savaşlara neden olmuştur. Dadaloğlu'nun şiirleri yerleşik yaşama geçmek isteyen Türkmen aşiretlerinin bir çığlığı sözlü bir tarihi sayılır.
Asıl adı Veli. Türkmen-Avşar aşıklarının önde gelenlerinden. Kul Mustafa mahlasını da kullanan Aşık Musa’nın oğlu. Toros dağlarında Kozan, Erzin, Payas yörelerinde yaşayan göçebe Türkmenlerin Avşar boyundan. Az da olsa eğitim aldı. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile Kozanoğlu’nun yanında imamlık, katiplik yaptığı anlatılır ama bu konuda yeterli bilgi yok. Daha çok Gavurdağı ve Ahır Dağı yörelerinde yaşadı. Çukurova'yı, Toroslar'ı, Orta Anadolu'yu dolaştı. Şiirlerinde göçerlik koşullarını, döneminde orta Anadolu’da hüküm süren aşiret kavgaları ve aşiretlerin Osmanlı Devleti ile savaşlarını duru ve yalın bir dille yansıttı. Dili Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesi.
Asıl ününü kavga türküleri ile yaptı ama duygu ve aşk konularını da aynı başarıyla işledi. Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze ulaştı. Bu derlemeleri Cahit Öztelli, Taha Toros, Haşim Nezihi Okay, Ahmet Z. Özdemir ile Saim Sakaoğlu yayınladı. Diğer 19'uncu Yüzyıl halk ozanlarından iki noktada ayrılır. Kent yaşamından uzak kaldığı için şiirlerinde hep göçerlik ortamını yansıttı. Diğer yandan yine kentte bulunmayışı nedeniyle çağdaşı halk ozanlarında sık rastlanan divan şiirine yakınlık onda hiç görülmez. Karacaoğlan'ın aşk ve doğa şiirlerindeki üstün yeteneği ile, Köroğlu'nun yiğit ve kavgacı anlatımını birleştirir.Son günlerinde Çiçekdağına gelmiş oradan Kırşehir'in Kaman ilçesinde gelerek hayatını burada tamamlamıştır.Mezarı Kaman ilçesindedir.Şiirlerinde Kaman,Çiçekdağ,kırşehir ve Bozok dan sık bahseder.
Yürü Yiğit Yürü Yol İlen Yürü
Yürü yiğit yürü yol ilen yürü
Ağustosta erir dağların karı
Gayet güzel olsa yiğidin yârı
O yiğit yanına nazınan gelir
Yürü yiğit yürü yolundan kalma
Her yüze güleni dost olur sanma
Ölümden korkup da sen geri durma
Yiğidin alnına yazılan gelir
Sana derim sana ey kınalı taş
Çözümden akıttım kanlar ile yaş
Göllerde oynayan iki yeşil baş
Göllerin safası kazınan gelir
Misis köprüsünde kollarım bağlı
Ayrılık elinden ciğerim dağlı
Göksun'a varınca Bayazıtoğlu
Sana gelen beyler sözinen gelir
Dadaloğlu'm der kollarım bazılı
Atım gök kır attır yanım tazılı
Gelir koyunları yanı kuzulu
Karışmış sağmalı yozunan gelir
Dadaloğlu
Yüce Dağ Başında Kamber Tay Olur
Yüce Dağ Başında Kamber Tay Olur
Korkarım Ki Emeklerim Zay'olur
Sevda Sevda Derler Üç Beş Ay Olur
Bizim Sevda Senesini Doldurur
Arkını Yaptım Da Suyu Akmıyor
Kahpe Felek Hiç Yüzüme Bakmıyor
Çok Yuva Bekledim Cücük Çıkmıyor
Boş Yuva Bekleyen Yoz Kuşa Döndüm
Şu Felekle Bir Oyuncak Oynadım
Oynadım Da Oyunumda Yenildim
Farzını Kıldım Sünnetinde Yanıldım
Beş Vakit Namazı Kılmışa Döndüm
Der Dadaloğlum Da Nedip N'etmeli
Sözlerimi Birem Birem Tutmalı
Mirasçıya Kalacak Malı N'etmeli
Üç Beş Oğlan Olmadıktan Geru
Dadaloğlu
SEVERİM KIR ATI BİR DE GÜZELİ
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Severim kır atı bir de güzeli
Değip onbeşime kendim bileli
Severim kır atı bir de güzeli
Atın beli kısa boynu uzunu
Kuru suratlısı elma cözünü
Kızın iplik iplik süt beyazını
Severim kır atı bir de güzeli
Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü
Kalem kulaklısı çekiç başlısı
Güzelin dal boylu samur saçlısı
Severim kır atı bir de güzeli
At koşu tutmalı çıktığı zaman
Yalı kavak gibi yıktığı zaman
At dört kız onbeşe yettiği zaman
Severim kır atı bir de güzeli
Dadaloğlum hile yoktur işimde
Yiğit olan yiğit görür düşünde
At dördünde güzel onbeş yaşında
Severim kır atı bir de güzeli
Dadaloglu
Aşağıdan Yusuf Paşam Geliyor
Aşağıdan Yusuf Paşa'm geliyor
Düşmanına karşı koyan merdolur
Şahin kocasa da vermez avını
Aslı kurt yavrusu yine kurdolur
Arap atlar yağma oldu arada
Fitiller işliyor azgın yarada
Bana derler ne gezersin burada
Ölenece yüreğimde derdolur
Küheylânım yedim yedim yederler
Olanca malımı talan ederler
Heves güves yaptırdığım odalar
Korkarım ki düşman konar yurdolur
Dadaloğlu der ki göründü dağlar
Aşiret kavgasın görenler ağlar
Ben öldüğüme kayırmam beğler
Zalim düşman üstümüze merdolur
Dadaloğlu
DADALOĞLU
Çiçekdağı
Alaydım da cura saz'ım dizime
Çekseydim sürmeler ala gözüne
Cihan güzel olsa girmez gözüme
Sende bir gümanım var Çiçek Dağı.
Bu karşıki dağda yanar bir ışık
Aldırmış sevdiğim ağlar bir aşık
Bir ceren bakışlı zülfü dolaşık
Sende gümanım kaldı Çiçek Dağı.
Dadaloğlu görülmüyor borandan
Yıkılsın şu dağlar kalksın aradan
Elbeyli'den geldim koru Yaradan
Sende bir gümanım var Çiçek Dağı.
Dadaloğlu
Bir Yiğit De Anasından Doğunca
Bir yiğit de anasından doğunca
Kur'ağaçta bir dal bitmiş gib'olur
Yaşı varıp on beşine değince
Yükünü kumaştan tutmuş gib'olur
Aşıklar sazını eline alsa
Güzeller perdesin yüzüne vursa
Bir yiğit sevdiğin sesini duysa
Gölde gövel ördek ötmüş gib'olur
Eğlene bire de gönlüm eğlene
Ay gele de orta yeri dolana
Yiğidin sevdiği yanınd'olana
Günde düğün bayram etmiş gib'olur
Dadaloğlu'm der ki sözüm kayıran
Çekip yırtıp bir yakadan ayıran
Diyom muhanetten karın doyuran
Eliyle ağu yutmuş gib'olur
Dadaloğlu
Kaman'ı Yurt Edelim
Bozoklu;dan düştük yola
Malya sanki Çukurova
Çiçekdağı sarp bir kale
Hep birlikte düze geldik
Şu Kaman;ın dağlarına
Selam verdim ağlarına
Civan bir genç buyur etti
Çardaklıca bağlarına
İzzet-ikram -toylar oldu
Kavim-Kardeş söze geldi
Allı gelin şerbet sundu
Ballar katmış çanağına
Sürüleri otlatalım
Sinsin- cirit oynatalım
Atlarımız kolu kısa
Hendek-çukur atlatalım
Avşaroğludur dadalım
Türkmen soyuna gidelim
Hamurumuz hep bir yerden
Gel burayı yurt edelim.
BOMBOŞ GELDİK KAMAN;A
Avşarlara oyun edip sürdüler
Döneklere rütbe geldi duydun mu
Türkmenleri top- tüfek kırdılar
Ermeni;den casus oldu duydun mu
Boş kaldı yaylalar, sürüsüz dağlar
Yıkıldı obalar, analar ağlar
Bozoklu denilen yerdeki beyler
Göçmenleri soyuyormuş duydun mu
Cerit avşar birleşip de göçelim
Seyfe gölün soğuk suyun içelim
Kalmış ise dost ve yaren seçelim
Her bir taraf düşman olmuş duydun mu
Aşa aşa Çiçekdağı yol ettim
Kırşehir;e geçip vadiye girdim
Yeşiller içinde bir belde gördüm.
Muhaciri seviyorlar duydun mu
Dadaloğlu der ki dağıldık bittik.
Gurbet ellerinde perişan olduk
Atları- sürüyü söyleyin nittik
Bomboş geldik, şu Kaman;a duydun mu
Dadaloğlu
AŞIK HÜSEYİN DEVAMI
BİLEN OLMADI
Ne söyleyim yalan dünya halını
Sırrına eripte bilen olmadı
Belkıs yele verdi olan malını
Süleyman ömrünü süren olmadı.
Yakub'u ağlattı Yusufum diye
İsmail'e koç kurban indi hediye
İsa göğe ağdı sebebi niye
Eyyüb'un yarasın saran olmadı
Hakkın sevgilisi Habibi yari
Bunca nebilerin serveri piri
Ebu Bekir, Ömer, Osman'la Ali
Onlar gayrılara yaran olmadı
Gökten Cebraille iki don geldi
Fatıma ağladı karalar giydi
Hüseyin aşkına başını verdi
Dünyada bu denli figan olmadı
Kur'an-a zulmetti şol Mervan dürzü
Eba-Müslüm çıktı titretti arzı
Battal sallar idi on batman gürzü
Çıkıp annacına duran olmadı
Hak kılıcı Horasan'dan yasıldı
Nesimi yüzüldü Mansur asıldı
Yunus'un gönlünde cennet nasıldı
Mecnun'a Leyla'sın veren olmadı.
Aşk elinde yaralandı şu sinem
Aslı'ya tutuştu kül oldu Kerem
Maşukunu buldu şad oldu Senem
Aşık Garip gibi gülen olmadı.
Hüseyin'im şaştı kaldı arada
Gayıp erenleri Mehdi nerede
Yedi derya ile arzı karada
Hızır'ı İlıyas'ı gören olmadı. OLMAYINCA
Gönül ne gezersin seyran yerinde
Alemde her şeyin var olmayınca
Kurtulmazsın elalemin dilinde
Bir kişide namus ar olmayınca,
Varıp bir kimsenin kuyusun kazma
İçine düşersin yolunda azma
Olura olmaza sırrını çözme
Ahdine vefalı er olmayınca.
Gördüğünü yad ellere söyleme
Bir kimseyi koğu kıybet dilleme
Her güzele kanıp gönül bağlama
Sadık muhabbetli yar olmayınca.
Mecliste arif ol her söze dalma
İlimliyim deyip alimim sanma
Elin saklısını arayıp bulma
Sana açılacak hal olmayınca.
Hüseyin'im derki dost sözünü tut
Kem sözü terkeyle gönülde unut
Kaldır kervanını şafakta yörüt
Sıdkınan eğlenip kal olmayınca.
GÖZLERİNİ YUMARAK
Karşıdan karşıya sıralı dağlar
Boranlı püsenli suları çağlar
Elleri koynunda bir güzel ağlar
Kaş kaldırıp gözlerini yumarak.
Yel eser ığranır zülfünün teli
Bahar çiği gibi kirpiği nemi
Başına sokunmuş nergis çiğdemi
Kara saça al kınalar yakarak.
Merdine de Hüseyin'im merdine
Aylar yıllar hasret kalmış yurduna
Aşar gider karlı dağlar ardına
Dönüp dönüp arkasına bakarak.
GÖLE ÇEVRİLİR
Bir çift suna geldi dost ellerinde
Öter dertli dertli göle çevrilir
Sorup sual ettim yar hallerinde
Öter dertli dertli göle çevrilir.
Bu gün efkarlıyım yaslı günlerim
Gam elinde söylemiyor dillerim
Hani teleklerin hani tellerin
Öter dertli dertli göle çevrilir.
Konup göçmüş Anavarza eline
Hasret kalmış nergisine gülüne
Yad avcılar pusu kurmuş yoluna
Öter dertli dertli göle çevrilir .
Yeter gayrı Hüseyin'i söyletme
Hançer vurup yaralarım elletme
Ben de bir garibim terkedip gitme
Öter dertli dertli göle çevrilir.
SEHER YELLERİ
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Nazlı yardan koku gelir mi dersin
Hele sorun ne söylüyor dilleri
Evvelki sözünde durur mu dersin.
Giderim gelirim yolum düz gelmez
Gözlerim yollarda yardan söz gelmez
Ben vazgeldim amma gönül vazgelmez
Deli gönül öğüt alır mı dersin.
İbrişim satılmaz böyle dükkanda
Meyli muhabbeti sevgisi canda
Yarın mahşer günü ulu divanda
Sualime cevap verir mi dersin.
Diken arasında kırmızı güller
Yarin bahçesinde öter bülbüller
Bre yavrum sana sarılan kollar
Bin yıl yerde yatsa çürür mü dersin.
Hüseyin'im derki derdi sır olan
Daim civan gezer aşkta pir olan
Ta ezelden ahdü peyman bir olan
Yad ellere meyil verir mi dersin
GÖZLERİ SÜRMELİ
Sunam Elbeyli'den çekmiş göçünü
Aşar gelir bİr gözleri sürmeli
Zorkun yaylasında almış bacını
Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Yorulmuş dayanmış bir kara taşa
Yavrusun aldırmış alıcı kuşa
Kaldırmış başını ağlar Maraş'a
Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Kuşlar sazlığında tavlası bağlı
Dum dum yaylasında sinesi dağlı
Aladağ Bakırdağ kırcı boranlı
Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Terkeylemiş obasını elini
Erciyes'te teziktirmiş yolunu
Kızılırmak salında Çallı belini
Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Gelip konmuş şu Seyfe'nin gölüne
Kekikli yavşanlı Malya çölüne
Kaman diyarına Keskin eline
Aşar gelir bir gözleri sürmeli.
Hüseyin'im dertli söyler dilleri
Mihrican değdi de soldu gülleri
Kırşehir İnaç'tan Susuz'dan beri
Aşar gelir bir gözleri sürmeli
GÜL ELİNDEN
Bülbül oldum bağa düştüm
Gül elinden gül elinden
Ferhat oldum dağlar eştim
Zor elinden zor elinden.
Has bahçeye yadlar girmiş
Girmiş dallarını kırmış
Mor menekşe boyun eğmiş
Har elinden har elinden.
Hem öksüz hemi yetimim
Suyu kurumuş ekinim
Arşa yükseldi tütünüm
Nar elinden nar elinden.
Hak diyenler kalmaz naçar
Yar aşkıyla serden geçer
Arı çiçek çiçek uçar .
Bal elinden bal elinden.
Hüseyin'im geçti demler
Gözümde akıttım nemler
Benim çektiğim sitemler
Yar elinden yar elinden.
NE DEYİM
Yarin hasretiyle şu gurbet elde
Gözlerimden akan yaşa ne deyim
Garibim biçare kalmışım yolda
Şu başıma gelen işe ne deyim.
Yarimin hayali karşımda gitmez
Viran olan yerde bülbüller ötmez
Gün vurup gönlümün karın eritmez
Şu gönül dağında kışa ne deyim.
Varmı gurbet elde şad olup gülmüş
Yolları bağlanmış çaresiz kalmış
Gül yüzlü yarini yad eller sarmış
Şu başıma düşen taşa ne deyim.
Bağlandı yollarım gurbet elinde
Uzak düştüm aşretimde elimde
Her ne bulsa kader alır elimde
Hüseyin emeğin boşa ne deyim.
|
|