BÜLBÜL HAYLİ OLDU BAĞDAN GİDELİ
UZAK BAĞDA ÖTEN NEŞET HOŞGELDİN
AŞIKLARIN HEPSİ HAKTAN BADELİ
GÖZÜMÜZDE TÜTEN NEŞET HOŞGELDİN
SEN BİZİM OVAYA TÜRKÜLER EKTİN
EKTİĞİN TÜRKÜDEN ÇEKTİN HA ÇEKTİN
GÖNÜL DOLUSUNU GURBETE DÖKTÜN
BİR GELİP BİR GİDEN NEŞET HOŞGELDİN
İNCE İNCE GURBET YAKAR İNSANI
SILADAN AYRILMAM DERDİN HA GARDAŞ HANI
GÜZEL TOPRAĞIMIN EY BÜLBÜL CANI
GAMLI GAMLI YATAN NEŞET HOŞGELDİN
SERİN OLUR ILGAZ DAĞININ BAŞI
SENİNLE ÇOK YEDİK EKMEĞİ AŞI
MAHSUNİ ŞERİFİN GARA GARDAŞI
BİR DOĞUP BİR BATAN NEŞET HOŞGELDİN
Neşet Ertaş la Söyleşi
'Teknocu, popçu, cazcı hepsi gönüllere akan ırmak' (N.E)
Yaşar Kemal'in deyimiyle, Bozkırların Tezenesi. 30 yıl önce küsüp, yaban ellere uçan bir garip kuş. Artık hasret bitiyor, büyük usta bunu da ilk kez bize açıklıyor. 1938'de Kırşehir'in Yağmurlu köyünde doğdu. Ömrü hep yollarda geçti.
Neşet Ertaş dönüyor!..
Kaygusuz Abdal'ın, Pir Sultan Abdal'ın sekizinci kuşak torunu. Çileyle beslenip, acıyla büyümüş. Şiirlerini, bestelerini seslendirenler aldı yürüdü. Kalan Müzik ve Hasan Saltık olaya el koyana kadar tam 21 korsan kaseti yapıldı ve milyonlarca satıldı. Ülkesinde kıymeti anlaşılamadı ama okuma yazmayı zar zor söken, nota nedir bilmeyen bu adam Almanya'nın büyük ünivesitelerinden birinde müzik öğretmeni. Bizde geç de olsa kıymeti bilindi. TRT belgeselini yaptı, hakkında iki kitap yazıldı, 12 CD'lik dizinin dördü çıktı. Kalan Müzik özel bir albüm hazırlığında. Sezen Aksu, 'Usta'ya vokal bile yapsam olur' demiş. Orhan Gencebay, Sertap Erener, Cem Karaca ve belki İbrahim Tatlıses bu albümde birer türküsünü seslendirecek, Athena da... Erkin Koray, Müslüm Gürses, Kardeş Türküler ve Replikas da projenin içinde.
Soru:
Ailenizin uzun yürüyüşü nerede başlamış?
Cevap:
-Sülalemizin tümü ve bütün ceddim Abdaldır benim. Önceleri bize 'Abdallar geliyor' derlerdi sonraları 'ustalar geliyor' demeye başladılar. Ailenin bütün fertleri bir enstrüman çalardı. Köklerimizde Genç Abdal, Kaygusuz Abdal ve Pir Sultan vardır.
Soru:
Siz hep düğünlerde çalarmışsınız.
Cevap:
-Harmanlar kalkıp da düğünler tutulduğunda bize gün doğardı. Çünkü bizim ne tek karış toprağımız vardı, ne de dikili bir ağacımız. İşimiz çalıp söylemekti. Yollara düşer, köy köy gezer türküler söyler, sazlar çalardık. Bize un, yağ, bahşiş verirlerdi. Onlarla karnımızı doyurmaya çabalardık. Babam askere gittiğinde çok dara düştük, dilenmek zorunda bile kaldım. Küçükler, eğer bir alet çalmıyorsa zil takıp köçeklik yapardı. Alet çalmaya başladığında köçeklik biterdi. Bizi hor görürlerdi, gözümüzü çevirip bir Türk kızına bakamazdık. Ama gönül ferman dinler mi? Irmaklar gibi insanın gönlüne bakan gözleri görünce canevinden vurulurduk. Ama olmazdı. Bize kız vermezlerdi. Bir dava olsa hemen çekip vururlardı. Nasıl olsa 'Abdal Çingen'dik ve canımızın onların mertebesinde hükmü yoktu. En fazla getirip üç beş kuruş kan parası verip davayı kapatırlardı. Bunları gördüm ve şehirlere geldim. Oralarda da durum farksızdı. Biz bütün sınıfların altında, hayvanın biraz üstünde bir yerlerde idik onlar için.
Soru:
Dünyada ilk duyduğunuz sesi hatırlar mısınız?
Cevap:
-Dünyada ilk duyduğum ses babamın sazıydı. Aslında babam Muharrem Ertaş, saz çalmazmış. Ben doğduğumda babama, 'Usta, bir oğlun oldu, artık saz çalarsın' demiş ve eline sazı tutuşturmuşlar.
Soru:
Kaç plak yaptınız?
Cevap:
-1950'lerden, taş plak devrinden beri kayıt yaptık. Öner Özcan, Neşet Ertaş kitabında 200'ün üstünde plak yaptığımı tespit etmiş. Tüm söylediklerimin ancak yüzde 30'udur.
Soru:
Avrupa'da sizi çok iyi tanıyor...
Cevap:
-Avrupa'nın tüm ülkelerinde konserler verdim. Konsere gelenlerin bir bölümü o ülkenin müzisyenleriydi. Bizim gençlerimiz de artık bozlaklarla ilgileniyorlar ama bozlağın özünü yapmaya çalışanların önü kapalı. Değerlerini bulamayınca, getirip sazlarını bana hediye ediyorlar. Almanya'daki evim kalbi kırık sanatçıların öksüz sazlarıyla dolu.
Soru:
Müslüm Gürses, bozlak okudu.
Cevap:
-Onun gözlerinden öpüyorum. Eline, sesine, dimağına sağlık. Çok da güzel yaptı. Orhan'ın (Gencebay) da, Ferdi'nin (Tayfur) okumasını istiyorum. Çünkü onların da bozlakları çok çok iyi okuduklarını biliyorum.
Soru:
Bu toprakları bu kadar çok sevdiniz ama gittiniz. Neden?
Cevap:
-Biz bu memlekette bir garip kuş idik, nereye gitsek itildik. Gerçi biz alışığız bir lokma ekmekle yetinmeye. Ama o dönemde bir baktım ki, gardaş gardaşı vuruyor. Almanya'ya gitmeye karar verdiğim günlerde bizi anlamamışlardı. Ayrı tutmuşlardı. Bizim en son emmimiz, dayımız Pir Sultan'dır. Ayrım yapmamayı ondan öğrendik. Senle ben birbirimizi eşit görürsek bu dünyanın meseleleri kalmaz.
Soru:
Uzun yıllardır Avrupa'dasınız, Türkiye oradan nasıl görünüyor?
Cevap:
-Yobazlığımız yüzünden Avrupa'da itibarımız kalmamış. Bizim insanımız ile onlarınki arasında fark yok. Çalışmaksa çalışıyoruz, üretiyoruz, imkan verilirse dağları deliyoruz. Dünya çapında eserler veren sanatçılarımız var. Neyimiz eksik derseniz, burada insanın insana saygısı kıt.
Soru:
Neden gittiğinizi anladık ama 30 sene sonra dönmeye karar verdiniz.
Cevap:
-Türkiye'de gördüm ki beni dinlemeye gelenlerin yüzde 80'i gençler, daha kalınca anladım ki, okumuş, insana kıymet veren, tertemiz ruhları ve beyinleriyle gençler yönetime gelmiş, gelmeye devam ediyor. Çok ama çok ümitliyim. Bu gençlerin, memleketi düze çıkaracağına inandım, sevinç duydum. Onun için artık yaban ellerde kalmayım dedim. Çocuklarımı büyütüp okuttum. Onlar kendi yuvalarını kurdu. Almanların içinde, eşimle birlikte yaşıyorum. Yurduma, toprağıma döneyim, bu özlem ve çile bitsin istedim.
Ben buna iyi gözle bakmam
Beni devlet sanatçısı yaptılar. Hastalığımı bahane ederek bu payeyi teslim almaya gelmedim. Açıkçası bu payeyi almayı gönlüm istemedi. Bunun bir ayrım olduğunu düşünüyorum. Devlet bir aile gibidir. Ailenin reisi, ailenin tüm fertlerini eşit görmelidir. Bakın işte görüyorsunuz, birinin altında 200 milyarlık araba, diğerinin giyecek ayakkabısı yoksa, ben buna iyi gözle bakmam.
Gençler çok değerli
Gençler arasında çok değerli çocuklar var. Hepsi bana geliyor. Teknocular mı ne o çocuklar, yüreğinden geldiği gibi çalan cazcılar, pop müzikle uğraşanlar. Herkes bizim müziğimizi yapacak değil ya. Onlar başka saz ve metotlarla gönül mecrasına akıyor, biz başka bir sesle. Hiç ayırım yapmam. Onları dinliyorum ve anlamaya çalışıyorum.
Zeki Müren
Zeki Müren güneş gibi çıktı. Halk müziğimizi de, mayalarımızı da okudu, klasik müziğimizi de nakış nakış işledi. O devirlerde Zeki Müren, Aşık Ali İzzet'in yazdığı Mühür Gözlüm adlı bir şiiri telifini ödeyerek aldı. Şarkıyı arajman olarak okumuştu. Filmi izledikten sonra sazı alıp köylü yüreğiyle ezgilemeye başladım. Ertesi gün bir köy düğününe gittiğimde ilk bunu çaldım. En yüksek bahşiş 5 liraydı. Arkası arkasına istediler, sabaha kadar bu türküyü çaldım. Bir zaman geçti, hudut illerinde turnedeyim. Son model bir araba geldi ve biri bana, Zeki Müren seni İzmir Fuarı'na çağırıyor, dedi. Gittim, bir ay çaldım. Bana 'telif hakları bana ait bir şarkıyı nasıl çalarsın' diye tek kelime etmedi. Sonra birisi gelip, Zeki Müren'in çağırdığını söyledi. Gittim, bir gazinoda patronla masada oturuyordu. Ayağa kalkıp, 'Neşet Abi hoşgeldin' dedi. Gece saz meclisi devam ederken Zeki, bir mayaya başladı. Nasıl olduğunu tarif etmek mümkün değil. Sonra Zahide'yi söyledi, ikinci dörtlüğü ben yakaladım. Kalktı ve 'olmaz böyle bir şey' diyerek başını duvara vurmaya başladı. Beni affetsin. Ona çok şey borçluyum..
|